21 Ocak 2017 Cumartesi

BELÇİKA - HOLLANDA GEZİSİ





Bu gezimize, Beril'in Bonn'a geldiğininde tanıştığı Edirne'den gelen bizim gibi Erasmus öğrencisi olan Gülis ve erkek arkadaşı Oğuz'la çıktık. Oğuz Türkiye'den Gülis'i ziyarete gelmiş. Biz de bu fırsatı kaçırmayalım dedik ve araba kiralayıp Belçika ve Hollandayı gezdik. Yılbaşını Amsterdam'da geçirmek kaydıyla tabiki. Şimdi anlatmaya başlayayım. Arabayı kiraladığımız yer: Enterprise Rent
Ama sonraki gezilerimde öğrendim ki şu site daha uygun: EasyCar

Arabayı 5 gün için 255€'ya full sigortalı tuttuk(Renault Megane 2014). Araba kiralarken tam sigortalı tutarsanız başınız ağrımaz. Çizildi, çalındı çarpıldı gibi dertlerle uğraşmanıza gerek yok. O yüzden tavsiye ediyorum.

Arabayla Bonn'dan çıkarken Almanya'nın ünlü ucuzluk marketi Aldi'den bütün saklanabilecek ihtiyaçlarımızı aldık:

- 2 kasa bira (tanesi 29 cent)
- 8 Şişe şarap (adet: 2€)
- Balık konservesi (1,5-2,5€)
- Makarna (80 cent)
- Pesto sos( yaklaşık 2€)
- Abur cubur
- Peynir
- Meyve
vb.

Çıktık yola. Aachen'da küçük bir ATM molası verdik çünkü Beril'in ve Gülis'in Almanya içinde Sparkasse'den para çekiminde komisyon almıyordu. Aachen'dan çıkıp Belçika'nın bir şehri Liege'ye gittik. Buraya gittik denemez çünkü yolda giderken tabelaları görüp hadi burayı da görelim dedik. Şehrin içinde ufak bir sight seeing yaptık. Liege'ten ayrıldık. Şimdi ver elini:

BRÜKSEL

Oğuz ve o kavşak
Brüksel, Belçika'nın başkenti. Avrupa Birliği Merkezi bu şehirde bulunuyor. Şehir'in eski kısımları Orta Çağ Avrupası'nı andırıyor. Şehre giriş yaptığımızda ilk olarak hostele gidip check-in yaptırdık. Hostele giderken arabayı Oğuz kullanıyordu. Yolun ortasındaki kaldırımı görmeyip üzerine çıktı. Bu anı ölümsüzleştirmek için kavşakla fotoğrafını çektik.  Hostelimiz:  Buraya . Hostel'e eşyalarımızı bıraktık. Arabamızı park ettik. Hostelin artıları metro istasyonuna yakın olması, araba parkı olması ve 4 kişilik bir odada kalmamız yani dördümüz bir odada.  Başladık şehri gezmeye... 

Grand Palas
Size öneride bulunduğum gibi aldık elimize bir şehir haritası başladık gezmeye o sokak senin bu sokak benim... Tarihi binalar, antika dükkanları, çikolatacılar... Hepsine göz atmaya çalıştık. Özellikle antika dükkanlarında çok farklı şeyler bulmak mümkün fakat çok pahalı. Yolda bisikletle gezebileceğimiz aklımıza geldi ve bisiklet kiraladık. Artık bisikletlerimizleydik.  Geze geze ünlü Manneken-Pis'e çıktık. Önünde fotoğrafımızı çektirdikten sonra çikolata ve waffle satan dükkanlar ilgimizi çekti. Özellikle çikolatacılarda birbirinden değişik çikolata çeşitlerini bulabilir hatta deneyebilirsiniz. Ben komaya giriyordum. Bir de bildiğiniz üzere ünlü waffleları var. Neymiş bu ünlü Belçika Waffle'ı diyip aldık elimize waffle'ları. Pek bir şeye benzemediğini itiraf edebilirim. Tuttuk Grand Palas yolunu. Meydana gelmeden sağ tarafımızda Ulusal Bira Müzesi vardı, pek müze-gezen tipler olmadığımız için sadece müzenin önündeki heykele elimizi sürüp geleceğe dair dileklerimizi diledik.  Meydana geldiğimizde Christmas Marketleri vardı ve ortalık capcanlıydı. Eski pikap ve plak satan dükkanlar, çikolatacılar, bisikletle gezen turistler... Grand Palas Meydanına kocaman bir çam ağacı süslemişlerdi, meydandan devam edip Anspach Bulvarına çıktık. Christmas Marketleri burada da devam ediyordu. Artık acıkmıştık. Ucuza yemek yiyebileceğimiz bir yer arıyorduk. Sokak sanatçıları, müzikler eşliğinde ucuz bir restoran bulduk. Bir Çin Restoranı ve tam da merkezde. Adını tam olarak hatırlamıyorum ama konumu şurasıydı. 6€'ya Domuz kaburga ya da dana eti + pilav + salata yiyebilirsiniz. Domuz kaburga gayet başarılıydı. Restoranı sevdik hatta o kadar sevdik ki kızlar yetkili Çinli bayandan yemek tarifi falan almaya çalıştı. Oğuz'la kızları tuttuğumuz gibi derhal dışarı çıktık. Biraz daha kalsaydık yumurtanın içinde ördek yavrusu pişirmeyi öğrenip bizi pişman edebilirlerdi. Yemeğimizi afiyetle yedikten sonra hemen yanındaki markete girip biraz Belçika birası deneyelim dedik. Ben Jupiler Birasını içmiştim(1€). Tadı Tuborg'a benziyor. Karnımız tok sırtımız pek çıktık daldık tekrar sokaklara. Çok güzeldi. Marketteki biranın yetersiz geldiğini farkettik ve canımız biraz yerli Belçika birası denemek istemişti.  Delirium bu isteklerimizi fazlasıyla karşılıyordu. Brüksel'e giderseniz kesinlikle buraya gitmelisiniz. 4 bin farklı çeşit biraları bulunuyor. Vişneli, çikolatalı, sert, hafif vb... Burada en hit olan biraların neredeyse hepsini denedik. Bir de Belçika biralarını içerken fark etmiyorsunuz fakat alkol oranları oldukça yüksek(%9). Biralar 4€'dan başlıyor. Buradaki bardan çıkıp sokaklarda bisiklet sürdük ve dönüş yolunu tuttuk. Bisikletlerimizi hostelin yakınındaki bir durağa bıraktık. Bisiklet kirası için günlük kişi başı 17€ ödedik.(Bu normal şartlara göre baya pahalı ama o zaman bilmiyorduk acemiliğimize geldi ve bisikleti bir istasyondan alıp diğerine bırakabiliyorduk.) Hostele gidip bir güzel uyku çektik.

Ertesi gün.

Hostelde sabah kahvaltısı veriyorlardı. Gezince en çok özleyeceğiniz şeylerden bir tanesi sabah kahvaltısı. Verdikleri şeyleri sayıyorum:
- 2 çeşit reçel
- 2 çeşit Corn Flakes
- Süt
- Kahve
- Kızarmış ekmek.

Bizdeki gibi çeşit çeşit peynirler domates salatalıkları falan mumla arıyoruz.

Atomium
Bugün Atomium'a gidip oradan da Brugge geçecektik. Atomium şehrin biraz dışında kalıyor. Gittik, Atomium atomun 165 milyar kez büyütülmüş hali. Protonlar(!) arası geçiş yürüyen merdivenlerle yapılıyor. En tepesinde de bir restoran bulunuyor.

Brugge yolundayız. Kendi arabanızla 1 saat kadar sürüyor. Arabayı şehir merkezinin hemen dışında olan bir otoparka bıraktık. Lisedeyken In Bruges diye bir film izlemiştim. Filmde en sevdiğim aktör Colin Farrel vardı. İlk defa o filmde tanışmıştım Brugge ile. Tamı tamına bir Orta Çağ Avrupa kenti. Katedrali meydanı ambiyansı ile sizi kendine ısındırıyor. Brugge'de yapılabilecek en güzel şeyi yaptık. Aldık elimize biralarımızı, sokakları gezdik. Girip çıkmadığımız sokak kalmadı. Yemeğimizi nehrin yanındaki parkta yedik. Menüde peynir, ekmek, pesto sos ve bira vardı. Katedralin kulesine(Belfry Tower) çıkıp eşsiz Brugge manzarasını izlemeniz gerek. Ama bu manzara için de bir hayli uzun olan giriş sırasında beklemeniz de gerek. Giriş: 8€.  Meydanında buz pisti vardı o zamanlar. Hayatımda ilk defa buz pateni yapmıştım. İlk başlarda faciaydı ama sonuna doğru nasıl kayılacağını öğrenmiştim. Yine meydanda katedralin girişinde iki rakip patatesçi var. Onların deyimiyle French Fries. Buradan patates ve sos alabilirsiniz. Sos olarak körili ketçap tavsiyemdir. Patates: 4€, Sos: 0,5€.

Buz pateni deneyimimden sonra hava kararmak üzereydi. Kış olduğu için hava soğuktu. Sıcak bir şeyler içmek için Belfry Kulesinin yakınında bir yere oturduk. Konum. Gülis çorba içmişti biz de kahve. Gayet hoş bir mekandı ve herkes kocaman bir tencere içine sıralanmış midye yiyordu. Eğer durumunuz iyiyse bundan yiyebilirsiniz çünkü burada rağbet görüyor. Hesap öderken getirdikleri ekmeğin bile parasını almışlardı. Çorba:6€ Ekmek: 2€ Kahve: 4€ Şehrin biraz daha tadını çıkardık sonra bir tane ikinci el giyim dükkanı bulduk. İçerideki kıyafetler orjinaldi. Eğer böyle Vintage tarzı dükkanları seviyorsanız bu sokağı ziyaret edin. Merak edenlere konum. Ben bir gömlek almıştım.

Geri dönüyoruz artık. Güzelim Brugge'ü geride bıraktık... Brüksel'deki hostelimize gidip Almanya'dan aldığımız makarna ve balığı yiyeceğiz. Yemeği erkekler hazırlayacakmış. Yorucu bir günün ardından iyi bir uyku da çekilecek.

Bir sonraki gün.

Belçika'daki hostelimizden çıktık. Artık Hollanda Rotterdam'a gidiyoruz. Beril hasta olduğu için Antwerp'e sapıp eczane aradık. Mide bulantısı ilacı arıyorduk. Saptığımız yer sanırım bir Yahudi mahallesiydi ve Yahudiler ilgilimizi çekmişti. Hepsi bisikletli, yuvarlak çerçeve gözlüklü, şapkalı ve kıvırcık saçlıydı. Sonradan öğrendik ki burada elmas ticareti yapıyorlarmış.

Şimdi Rotterdam.

Rotterdam'a girerken bizim de içinde bulunduğumuz ve çığır açan bir program olan Erasmus'un köprüsünden geçtik. İlk iş hostele gidip düzenimizi kurmaktı. Hostel. Kaldığımız hostelde yatak çarşafı ve yastık için ekstra para istiyorlar. Kendi uyku tulumumuzu getirmemiz gerekiyormuş. 24 Kişilik odada kişi başı 14€'ya kaldık. Koğuş gibi bir yerdi ama ortak alanı çok iyiydi. Langırt vb oyunlar, sosyalleşmek için bir çok imkan ve mutfağı vardı biz de mutfağı değerlendirdik ve balıklı makarna yaptık. Yemekten sonra langırt oynamaya geçtik. Oyunun heyecanıyla biraz fazla bağırmışız ki içeriden bir çocuk gelip "merhaba" dedi. Adı Melih'ti. Kopenhag'da Erasmus yapmış ve geze geze Türkiye'ye dönüyormuş. Şehri gezmek için bize katıldı ve yola çıktık. Markthal, Kübik evler ve sahilinde yaptığımız yürüyüşten sonra bir şeyler içmek istedik. Aslında bugün Oğuz çok güzel bir haber almıştı. Doktordu ve uzmanlık sınavını geçmiş Çocuk Cerrahisi Bölümü'nü kazanmıştı. Kutlamak için gittiğimiz yer cafe/bar tarzı yerdi. Buraya. Değişik Hollanda birası denemek için gidebilirsiniz. Deniz kenarında ve hoş bir mekan. Buradaki muhabbet baya koyuydu çünkü benim memleket özlemim artmıştı. Durmadan Türk yemeklerinden bahsediyorduk. Oğuz tereyağlı kavurma yapışından ben de kebaplardan bahsediyordum. Uzun bir yemek konusundan sonra karnımız acıkmıştı. Oradan çıkıp sokakları geze geze bir dönerci bulduk. Burada döner-ayran yaptık.(Bakın bu dramdır). Sahibi Türk'tü. Konum. Hostele döndük.


31 aralık, yılbaşı günü.

Noordwijk
Bugün sabah Rotterdam'dan çıktık. Niyetimiz direk Amsterdam'a gitmekti. Arası bir saat olduğu için vaktimiz var diye düşündük ve kuzeyden gitmeye karar verdik. Hollanda'nın köylerinden geçerek, ineklerini ve rüzgar güllerini görerek Noordwijk diye bir sahil kasabasına geldik. Burada herkes deniz kenarında yürüyüş yapıyordu. Biz de bu tufana katıldık ve yürüyüş yaptık. Denizin rengi o kadar kötüydü ki anlatamam. Ama hava rüzgarlıydı ve ortam çok güzeldi. Kocaman köpekler, sahile vurmuş deniz kabukları burayı sevmemize sebep olmuştu. Şehrin içini de gezdik. Zaten çok küçük bir yer. Ama unutamayacağım bir yer var ki o da girdiğimiz peynir dükkanı. Peynirler bu kadar kötü olabilir... Yiyecek maddesi için kötü sözler kullanmak istemiyorum ama o kadar kötüler ki...
Arabaya dönerken yolda McDonald'sa uğrayıp yemek yedik. Bir Big Mac menü 6,5€.

Tekrar çıktık yola. Akşamına yılbaşı kutlamaları var.

Önce Haarlem'i gezip sonra Amsterdam'a gidelim dedik. Haarlem'in sokaklarını gezip yürüyüş yaptıktan sonra atladık arabaya.

Amsterdam'a...

Haarlem
Akşam oldu, arabayı park edebileceğimiz bir yer arıyoruz. Bulacağımız yer önemli çünkü bu gece arabada uyuyacağız. Neyse, merkezde bir yer bulduk. Önceleri park parasının olmadığını düşündük ama gece yarısı olunca öyle olmadığını anladık. Tutar: 28€. İçimiz acımıştı ama yapacak bir şey yoktu. Gece fark ettik ve alkollü olduğumuz için başka bir yer bulamazdık. Otopark: konum. Arabamızı bıraktık başladık şehir merkezinde dolaşmaya. Amsterdam'da sadece bir gece kalacaktık. Amsterdam için bir gecenin çok az olduğunu biliyorduk ama imkanlarımız buna el vermişti. Neyse, şehrin içini dolaşırken her yerden ama her yerden havai fişek, maytap ve torpil atıyorlardı. Patlamaların ardı arkası kesilmedi. Her yeni genç meraklı gibi girdik bir WeedShop'a ve ünlü keklerden aldık. 6€. (Sonrasında bu keki denemiştim ama hiç bir etkisi olmadı. Belki miktarı az geldi çünkü sadece 1 tane yemiştim.) Sokaklarda yürürken herkes ama herkes ot içiyordu. Sokaklarda dans edenler müzikler kalabalık. Aslında biraz korkmuştuk çünkü Paris patlaması aklımıza gelip duruyordu. Arabamızda Almanya'dan getirdiğimiz içecek(!) maddeleri olduğu için bir yere girip alkollü bir şeyler içmedik. Sadece o caddedeki Starbuck's a girip oturduk. Eğer Amsterdam'da yılbaşı gecesi tuvaletiniz gelirse ücretsiz tuvalet bulma konusunda büyük sıkıntı yaşayabilirsiniz. Bizim gibi. Bu durumda yapmanız gereken merkezdeyseniz şu dönerciye gidip sorgusuz sualsiz tuvalete dalmak.

Arabaya dönüyoruz.

Arabaya döndük. Artık bir şeyler yeme ve içme zamanı. Yılbaşı geldi çattı. Çıkardık içeceklerimizi. Başladık nehir kenarında havai fişekler eşliğinde içmeye. Kafamız ve keyfimiz daha da güzel olunca başladık içkiler eşliğinde yürüyerek şarkılar söylemeye... En son hızımızı alamayıp çıktık bir elektrik trafosuna, orada akan kalabalığa karşı şarkı söyledik. Geçen yüzlerce insandan bazıları da bize katılıp  şarkı söylüyorlar ve Merry Christmas diye bağırıyorlardı. Çok güzeldi. Gece yarısına kadar böyle devam ettik. Sonra yılbaşı havai fişek gösterisini izleyebileceğimiz güzel bir yer olan nehir kıyısının şu bölümüne geçip beklemeye başladık.

Gösteri geldiğimize ve beklediğimize değdi. Tam bir görsel şölendi.

Gece gelip alkolün de etkisiyle dalmışız uykuya. Gülis'le Oğuz arkada, biz önde yatıyoruz. Sabaha karşı Beril'in beni dürtmesiyle uyanmışım ama nasıl titriyorum. Alkolün verdiği ısıyla yatarken pek etkilenmemiştim ama gece gerçekten çok soğuk olmuştu. Sonuç olarak kışın ortası 31 aralık gecesiydi. Arabayı çalıştırıp fanları yakınca istediğimiz sıcaklığı bulduk ve tekrar uykuya daldık.

Ertesi gün uyandığımızda saat 12'ye geliyordu. Artık gezimiz bitmiş, yorucu bir beş günün ardından Amsterdam'a bir gün tekrar geleceğimizi bilerek dönüşe geçmiştik.

Amsterdam
Beni çok şaşırtan şeylerden bir tanesi de dönüş yolundaki otobandı. Tamı tamına 6 gidiş 6 gelişti. Yolda saat 22:00 - 6:00 arası sınırsız hız yapılabiliyor. Diğer saatlerde arabanın çıkabileceği maksimum hız 130km/sa.

Dönerken Utrecth diye bir şehre de saptık ama 1 ocak olduğu için her yer kapalı idi. Yanımızda getirdiğimiz son nevaleyi de yiyip tamamen dönüşe geçtik ve 3 saatlik yolumuz kaldı. Bonn'a girdiğimizde saat 7'ye geliyordu. Arabamızı bırakıp yurtlara dağıldık.


Bir sonraki gezimizde görüşmek üzere.


1 yorum: