25 Ocak 2017 Çarşamba

GÜNÜBİRLİK ZAGREB


St Mark Kilisesi
Berlin'den sonra sıra geldi Slovenya'nın güney komşusunun başkenti Zagreb'i gezmeye. Bu gezime biriyle Piran'da tanışmış olmak üzere 5 arkadaş gittik. Piran'da tanıştığım arkadaşım Barbora. Kendisi Çek. Tıp okuyordu Slovenya'da. Piran'a giderken de onunla konuşmuştum. Şimdi de o aracı oldu. Arabada iki Çek, bir Polonyalı, bir de Litvanyalı bir de bendik. Neyse, aracımızı kiraladık. Araba 40€ ve benzin 12€ tuttu toplam. Sabah saat 9'da Ljubljana'dan ayrıldık.

Josip Jelacic Meydanı
Zagreb'e Novo Mesto üzerinden gidiliyor ve yaklaşık 1 saat 45 dakika sürüyor. Yol yemyeşil, içinizi ferahlatıyor. Zagreb Hırvatistan'ın başkenti ve "bana göre" en çirkin şehri... Eğer Hırvatistan sahillerini gördüyseniz kesinlikle hayal kırıklığına uğrarsınız. Binadan ibaret olan bu şehir benim içimi kararttı resmen. Hırvatistan sahillerini diğer yazılarımda paylaşacağım. Hırvatların para birimi Kuna. 1€ = 7,5 Kuna.

Şimdi Zagreb'teyiz. Arabamızı şuraya bedavaya park ettik. Buradan şehre doğru yürüdük. Önce Zagreb Şehir Müzesine ardından Josip Jelacic heykelinin olduğu meydana vardık çünkü burada Turist Bilgi Merkezi var ve buradan şehir haritası alabiliyoruz. Bu heykel, şehrin Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun altında olduğu zamanlardaki bu bölgeyi yöneten Vali'nin heykeli. Yani bizdeki gibi padişahlar, vezirler falan yok. Bu da bana ilginç gelmişti. Buradan çıkıp Zagreb Katedraline gittik. Hırvatistan da diğer Balkan ülkeleri gibi Osmanlı'nın etkisi altında kalmış. Hatta Osmanlı bu katedrali korumak için yanına duvar bile yaptırmış. Duvarın bir kısmı hala duruyor.

Zagreb Katedrali
Katedral'den sonra çatısı kazağa benzeyen St. Mark Kilisesi var. Zagreb'te orjinal bulduğum tek şeydi. Buranın ardından bitmiş ilişkiler müzesine geçtik. Aramızdan bir arkadaşımız burayı çok gezmek istiyordu biz de onu dışarıda bekledik. Konusu güzel ama beni pek açmadı. Buradan da ayrılarak sokakları gezmeye başladık. Artık acıkmıştık ve aynı zamanda gezerek yiyecek bir şeyler bulmaya çalışıyorduk. Gittiğimiz yer şurasıydı. Hamburgerler gayet büyük ve doyurucuydu. Fiyatları da gayet uygundu yediğiniz hamburgerin kalitesine ve boyutuna göre. Patates+hamburgere 7€ ödemiştim.

Yemeğimizi yedik. Şimdi gezmeye devam. İlk olarak tekrar meydana çıktık ve buradaki gökdelenin tepesinden şehir manzarasını izlemek istedik. Adı Zagreb Eye 360. Fiyat 30 Kuna(4€). Burası da yine eh işteydi.
Bu kadar şehir turundan sonra bir yerlere oturup bir şeyler içmek istedik. Önce Tolkien'nin Evi diye bir yer vardı buraya girip baktık fakat Hırvatistan'da kapalı ortamda sigara içmek serbest. Çok duman altı olduğu için aramaya devam ettik. Sonrasında bulduğumuz yer çok küçük bir yerdi ve sadece biz vardık. Konum. Burada Hırvatların en ünlü birası Ozujsko ve yine ünlü bir içkisi Pelinkovac denedim. Biranın içimi rahattı ve güzeldi. Diğeri ise acı bir likör diyebiliriz. Biraz sert ama soğukta iyi gidiyor. Bira: 15 Kuna, Pelinkovac: 20 Kuna.
Zagreb Eye
Artık dönüş vakti, günübirlik gezimizden anladık ki Zagreb pek de matah bir şehir değil.

23 Ocak 2017 Pazartesi

Heidelberg

 Würzburg'a ailemin yanına gelmemin ardından , gezebileceğimiz yakın şehirleri araştırmaya başladık. Daha önce de duyduğumuz Heidelberg olasılıklar arasına girdi. Zaten bu şehri görmeyi çok istiyorduk ve Würzburg'u gezebilecek yeterli zamanımız olduğu için bir günümüzü Heidelberg'e ayırmaya karar verdik.

Trenden bir manzara
Würzburg'dan sabah saat 8:30 treniyle Heidelberg'e doğru yola çıktık. Yol boyunca 1 kez aktarma yapmamız gerekti. Yani Würzburg'dan bu şehre ulaşım oldukça kolay. Yol yaklaşık 2 saate yakın sürdü. Trenler oldukça konforlu olduğu için yol bizi hiç yormadı. Ve yol boyunca yemyeşil ovalardan ve nehir kenarlarından geçtik. İmkanınız olursa Almanya'da trenle gezmek genel olarak oldukça keyifli. Ama çoğunlukla fiyat olarak otobüse göre daha maliyetli. Bana sorarsanız çok büyük bir fiyat farkı yoksa her zaman treni tercih edin derim.



Coğrafi birkaç not:
Bu güzel şehir Almanya'nın güneybatısında Baden-Wüttemberg eyaletinde ,Ren ve Neckar nehirleri arasında kalan vadide yer almaktadır. Genel olarak dağlık bir şehirdir. Neckar nehri tarafından ikiye ayrılmış olan şehir size yeşilin yer tonunu sunuyor.

Hauptstrasse


Heidelberg'e ulaştığımızda daha erken bir saatti. Şehirde gezeceğimiz yerleri planlamak adına tren istasyonuna oldukça yakın mesafedeki turist ofisine uğradık. Oradan gezmemiz gereken yerlerin güzergahını oluşturduktan sonra yola koyulduk. Bize şehir merkezine ve gezilecek hareketli caddelerin olduğu bölgeye otobüsle gitmemizi önerdiler fakat biz otobüs kullanmayıp yürüyerek gitmeyi tercih ettik.Siz de bu şehre yolunuz düşerse merkeze yürüyerek gidebilirsiniz. Uzak bir mesafe değil ve şehri daha iyi keşfetmeye faydası oluyor.
Kristall Glücker
Şehir merkezine ulaştığımızda, kendimizi şehrin en hareketli caddesi olan Hauptstrasse de bulmuştuk. Bu caddenin sonradan araştırıp öğrendiğim önemli bir özelliği varmış;Avrupa'nın sadece yayalar için ayrılmış en uzun caddesiymiş. Cadde üzerinde çeşit çeşit mağazalar,restoranlar,bazı müzeler, oteller ne ararsanız her şey yer alıyor. Yürümesi oldukça zevkli,capcanlı bir cadde. 
Biz bu cadde üzerinde yürürken değerli taşların sergilendiği ,aynı zamanda satışının da yapıldığı ilginç bir dükkanı ziyaret etmiştik.Babam madem mühendisi olduğu için bizim için biraz daha anlam arz etmişti. Ama bence herkes için ilgi çekici doğal malzemeler var. İsmi: Kristall Glücker...

Heiliggeiskirche


Burayı ayrıntılı bir şekilde gezmenin ardından, cadde boyunca yürüyerek, Heiliggeiskirche'ye ulaştık. Kilisenin önünde bulunan Markplatz Meydanı oturup biraz dinlenmek,birşeyler içmek ve şehrin günlük akışını izlemek için ideal bir yer. 









Heidelberg-Neckar Nehri


Tablo güzelliğinde olan bu kent aynı zamanda Almanya'nın en romantik kenti(Wege der Romantik) olarak nitelendiriliyor. Adına “Ich hab’ mein Herz in Heidelberg verloren /Kalbim Heidelberg’de kaldı” diye bir şarkı bile yazılmış. Ve bunu attığınız her adımda gerçekten hissediyorsunuz.






Heidelberg, aynı zamanda bir üniversite şehri. 1386 yılında kurulmuş olan Almanya’nın en eski üniversitesi olan Heidelberg Üniversitesi tıp ve eczacılık açısından Avrupa’nın en önemli üniversitelerinden biri. Şehirde, 30 binin üzerinde üniversite öğrencisi bulunuyor. Şehrin her köşesinde görülen, kitap okuyan, sohbet eden, bisikletle gezen gençler şehrin dinamik enerjisini de yansıtıyor.


Heidelberg Kalesi

Heidelberg Kalesi
Biraz dinlenmenin ardında sıra görkemli Heidelberg Kalesi'ni gezmeye gelmişti. Kale bir dağ eteğinde ve yemyeşil bir ormanın içinde yer alıyor. Oldukça yüksekte yer aldığı için biz kaleye Bergbahn denilen füniküler kullanarak çıkmayı tercih etmiştik. Çünkü dik bir yol tırmanmak gerekiyordu ve bu bizi çok yoracaktı o yüzden göze alamamıştık. Bu dik yolu füniküler ile çıkmak da ayrı bir deneyimdi.
Saraya giriş fiyatı,içinde yer alan Alman Eczacılık Müzesi girişi ve füniküler kullanımı yetişkinler için 7 Euro, öğrenciler için 4 Euroydu. 
Bergbahn-Füniküler
Fünikülerle en tepeye kadar çıktık. Hatta ark etmeyip kalenin bulunduğu yerden daha da yukarı çıktığımız için biraz aşağı yürümek durumunda kaldık. İndiğimiz yerde şehri tepeden gören çok güzel bir restoran vardı. Fakat pek aktif görünmüyordu. Mevsimden mi bilmiyorum. 
Kaleye doğru inerken yemyeşil yollardan geçtik.
Tam kalenin girişinde küçük bir büfe var. Oradan kahve alacaktık ki, işleten bayan bizim kendi aramızda konuşmalarımızı duyup bize Türkçe yanıt verdi. Meğer Türk'müş. Sanırım Bodrumluydu ya da orada yaşıyordu tam hatırlayamıyorum. Bize çok lezzetli kurabiyeler ikram etmişti sağolsun. Çok tatlı birisiydi. Ona da buradan selam olsun. Belki şans eseri yazdıklarımı okur. 
Kahvelerimizi yudumlayarak kaleyi gezebilmek için yürümeye devam ettik. 13. yüzyıldan kalma kırmızı tuğlalar kullanılarak yapılmış bu kalenin,bazı yerleri yıkılmış durumda. Fakat bu genel havasından hiçbir şey eksiltmemiş. Hala oldukça görkemli ve etkileyici durumda.


Heidelberg Sarayı olarak da adlandırılan kale, 1398-1410 yıllarında, Prens Elector Ruprecht III hanedanlığın ilk rezidansı olarak da kullanılmış. 1764 yılında yıldırım çarpması sonucu zarar gören kalenin taşları bir dönem yöre halkı tarafından ev yapımında kullanılmışsa da, daha sonra kale koruma altına alınmış.





Kalenin içinde yer alan Alman Eczacılık Müzesi (Deutsches Apotheken Museum) tabi ki okuduğum bölüm eczacılık olduğundan benim için ayrı bir önem taşıyordu. Bu nedenle sanırım müzenin içinde 2 saatimi geçirmişimdir. Gördüğüm herşeyin fotoğrafını çektim .İleride belki bana ilham kaynağı olur . Eczacı olmayan birisi içinde oldukça ilgi çekici olduğunu söyleyebilirim. İçinde geçmişten günümüze ilaç yapımında kullanılan tüm araç gereç, ham medde ve değerli bilgiler yer alıyor ve inanılmaz kapsamlı bir müze. Mutlaka ziyaret edin. Ben çıkmak istememiştim. Zamanım daha geniş olsa birkaç saat daha içeride kalabilirdim :) Ve eğer eczacılık fakültesi okuyan veya bitirmiş biriyseniz hususi bu müzeyi görmek içim bile Heidelberg'e gelebilirsiniz. Müze çıkışında bir de hatıra olarak saklayabileceğiniz ürünler satılan bir dükkan bulunuyor.







Buranın ardından, kale içinde yer alan dünyanın en büyük şarap fıçısını gördük. Bu fıçı 1751 yılından kalmaymış ve 185 bin 500 litrelik kapasiteye sahipmiş. Gerçekten inanılmaz büyük görünce hayret ediyorsunuz.






Kaleyi biraz daha gezmenin ardından yine ağaçlık yollardan aşağı inerek kaleden ayrıldık . Sevimli evler bulunan dar sokaklardan geze geze nehir kenarına ulaştık. Kaleden izlediğimiz kartpostal gibi bir manzara sunan nehrin kenarında olmak insana inanılmaz bir huzur veriyor.






Şehrin simgesi olan Eski Köprü diğer adı Carl-Theodor Köprüsü bir sonraki durağımız oldu. Hava güneşli olduğu için köprü,nehir ve çevredeki dağlarda bulunan ağaçlar harika görünüyordu.Burası aynı zamanda şehrin en turistik bölgelerinden biri. Fotoğraf çekmek için mükemmel bir nokta. Köprü girişinde kuleler yer alıyor,bu kulelerin yan tarafında bronz bir maymun heykeli var. Bu heykel de fotoğraf çekebileceğiniz ilginç bir nokta. Eğer geniş bir vaktiniz varsa , nehir kenarında uzun yürüyüşler yapabilirsiniz.



Köprünün karşısında yer alan Filozoflar Yolu'da yürüyüş için çok güzel bir güzergah.Fakat bizim vaktimiz kalmadığı için orada yürüyememiştik. Köprüden sonra yürüdüğümüz ilk caddeye geri döndük ve geze geze dönüş yoluna koyulduk. Akşamüstü Würzburg'a dönüş trenimiz vardı ve ona yetişmemiz gerekiyordu.

Sonuç olarak...
Bana sorarsanız , Almanya'nın  çoğunlukla ziyaret edilen büyük ve gelişmiş şehirlerine göre çok daha fazla tat veren, ortaçağdan kalma bu masalsı şehri mutlaka Almanya gezinizin uğranacak ilk durakları arasına almalısınız...



21 Ocak 2017 Cumartesi

BELÇİKA - HOLLANDA GEZİSİ





Bu gezimize, Beril'in Bonn'a geldiğininde tanıştığı Edirne'den gelen bizim gibi Erasmus öğrencisi olan Gülis ve erkek arkadaşı Oğuz'la çıktık. Oğuz Türkiye'den Gülis'i ziyarete gelmiş. Biz de bu fırsatı kaçırmayalım dedik ve araba kiralayıp Belçika ve Hollandayı gezdik. Yılbaşını Amsterdam'da geçirmek kaydıyla tabiki. Şimdi anlatmaya başlayayım. Arabayı kiraladığımız yer: Enterprise Rent
Ama sonraki gezilerimde öğrendim ki şu site daha uygun: EasyCar

Arabayı 5 gün için 255€'ya full sigortalı tuttuk(Renault Megane 2014). Araba kiralarken tam sigortalı tutarsanız başınız ağrımaz. Çizildi, çalındı çarpıldı gibi dertlerle uğraşmanıza gerek yok. O yüzden tavsiye ediyorum.

Arabayla Bonn'dan çıkarken Almanya'nın ünlü ucuzluk marketi Aldi'den bütün saklanabilecek ihtiyaçlarımızı aldık:

- 2 kasa bira (tanesi 29 cent)
- 8 Şişe şarap (adet: 2€)
- Balık konservesi (1,5-2,5€)
- Makarna (80 cent)
- Pesto sos( yaklaşık 2€)
- Abur cubur
- Peynir
- Meyve
vb.

Çıktık yola. Aachen'da küçük bir ATM molası verdik çünkü Beril'in ve Gülis'in Almanya içinde Sparkasse'den para çekiminde komisyon almıyordu. Aachen'dan çıkıp Belçika'nın bir şehri Liege'ye gittik. Buraya gittik denemez çünkü yolda giderken tabelaları görüp hadi burayı da görelim dedik. Şehrin içinde ufak bir sight seeing yaptık. Liege'ten ayrıldık. Şimdi ver elini:

BRÜKSEL

Oğuz ve o kavşak
Brüksel, Belçika'nın başkenti. Avrupa Birliği Merkezi bu şehirde bulunuyor. Şehir'in eski kısımları Orta Çağ Avrupası'nı andırıyor. Şehre giriş yaptığımızda ilk olarak hostele gidip check-in yaptırdık. Hostele giderken arabayı Oğuz kullanıyordu. Yolun ortasındaki kaldırımı görmeyip üzerine çıktı. Bu anı ölümsüzleştirmek için kavşakla fotoğrafını çektik.  Hostelimiz:  Buraya . Hostel'e eşyalarımızı bıraktık. Arabamızı park ettik. Hostelin artıları metro istasyonuna yakın olması, araba parkı olması ve 4 kişilik bir odada kalmamız yani dördümüz bir odada.  Başladık şehri gezmeye... 

Grand Palas
Size öneride bulunduğum gibi aldık elimize bir şehir haritası başladık gezmeye o sokak senin bu sokak benim... Tarihi binalar, antika dükkanları, çikolatacılar... Hepsine göz atmaya çalıştık. Özellikle antika dükkanlarında çok farklı şeyler bulmak mümkün fakat çok pahalı. Yolda bisikletle gezebileceğimiz aklımıza geldi ve bisiklet kiraladık. Artık bisikletlerimizleydik.  Geze geze ünlü Manneken-Pis'e çıktık. Önünde fotoğrafımızı çektirdikten sonra çikolata ve waffle satan dükkanlar ilgimizi çekti. Özellikle çikolatacılarda birbirinden değişik çikolata çeşitlerini bulabilir hatta deneyebilirsiniz. Ben komaya giriyordum. Bir de bildiğiniz üzere ünlü waffleları var. Neymiş bu ünlü Belçika Waffle'ı diyip aldık elimize waffle'ları. Pek bir şeye benzemediğini itiraf edebilirim. Tuttuk Grand Palas yolunu. Meydana gelmeden sağ tarafımızda Ulusal Bira Müzesi vardı, pek müze-gezen tipler olmadığımız için sadece müzenin önündeki heykele elimizi sürüp geleceğe dair dileklerimizi diledik.  Meydana geldiğimizde Christmas Marketleri vardı ve ortalık capcanlıydı. Eski pikap ve plak satan dükkanlar, çikolatacılar, bisikletle gezen turistler... Grand Palas Meydanına kocaman bir çam ağacı süslemişlerdi, meydandan devam edip Anspach Bulvarına çıktık. Christmas Marketleri burada da devam ediyordu. Artık acıkmıştık. Ucuza yemek yiyebileceğimiz bir yer arıyorduk. Sokak sanatçıları, müzikler eşliğinde ucuz bir restoran bulduk. Bir Çin Restoranı ve tam da merkezde. Adını tam olarak hatırlamıyorum ama konumu şurasıydı. 6€'ya Domuz kaburga ya da dana eti + pilav + salata yiyebilirsiniz. Domuz kaburga gayet başarılıydı. Restoranı sevdik hatta o kadar sevdik ki kızlar yetkili Çinli bayandan yemek tarifi falan almaya çalıştı. Oğuz'la kızları tuttuğumuz gibi derhal dışarı çıktık. Biraz daha kalsaydık yumurtanın içinde ördek yavrusu pişirmeyi öğrenip bizi pişman edebilirlerdi. Yemeğimizi afiyetle yedikten sonra hemen yanındaki markete girip biraz Belçika birası deneyelim dedik. Ben Jupiler Birasını içmiştim(1€). Tadı Tuborg'a benziyor. Karnımız tok sırtımız pek çıktık daldık tekrar sokaklara. Çok güzeldi. Marketteki biranın yetersiz geldiğini farkettik ve canımız biraz yerli Belçika birası denemek istemişti.  Delirium bu isteklerimizi fazlasıyla karşılıyordu. Brüksel'e giderseniz kesinlikle buraya gitmelisiniz. 4 bin farklı çeşit biraları bulunuyor. Vişneli, çikolatalı, sert, hafif vb... Burada en hit olan biraların neredeyse hepsini denedik. Bir de Belçika biralarını içerken fark etmiyorsunuz fakat alkol oranları oldukça yüksek(%9). Biralar 4€'dan başlıyor. Buradaki bardan çıkıp sokaklarda bisiklet sürdük ve dönüş yolunu tuttuk. Bisikletlerimizi hostelin yakınındaki bir durağa bıraktık. Bisiklet kirası için günlük kişi başı 17€ ödedik.(Bu normal şartlara göre baya pahalı ama o zaman bilmiyorduk acemiliğimize geldi ve bisikleti bir istasyondan alıp diğerine bırakabiliyorduk.) Hostele gidip bir güzel uyku çektik.

Ertesi gün.

Hostelde sabah kahvaltısı veriyorlardı. Gezince en çok özleyeceğiniz şeylerden bir tanesi sabah kahvaltısı. Verdikleri şeyleri sayıyorum:
- 2 çeşit reçel
- 2 çeşit Corn Flakes
- Süt
- Kahve
- Kızarmış ekmek.

Bizdeki gibi çeşit çeşit peynirler domates salatalıkları falan mumla arıyoruz.

Atomium
Bugün Atomium'a gidip oradan da Brugge geçecektik. Atomium şehrin biraz dışında kalıyor. Gittik, Atomium atomun 165 milyar kez büyütülmüş hali. Protonlar(!) arası geçiş yürüyen merdivenlerle yapılıyor. En tepesinde de bir restoran bulunuyor.

Brugge yolundayız. Kendi arabanızla 1 saat kadar sürüyor. Arabayı şehir merkezinin hemen dışında olan bir otoparka bıraktık. Lisedeyken In Bruges diye bir film izlemiştim. Filmde en sevdiğim aktör Colin Farrel vardı. İlk defa o filmde tanışmıştım Brugge ile. Tamı tamına bir Orta Çağ Avrupa kenti. Katedrali meydanı ambiyansı ile sizi kendine ısındırıyor. Brugge'de yapılabilecek en güzel şeyi yaptık. Aldık elimize biralarımızı, sokakları gezdik. Girip çıkmadığımız sokak kalmadı. Yemeğimizi nehrin yanındaki parkta yedik. Menüde peynir, ekmek, pesto sos ve bira vardı. Katedralin kulesine(Belfry Tower) çıkıp eşsiz Brugge manzarasını izlemeniz gerek. Ama bu manzara için de bir hayli uzun olan giriş sırasında beklemeniz de gerek. Giriş: 8€.  Meydanında buz pisti vardı o zamanlar. Hayatımda ilk defa buz pateni yapmıştım. İlk başlarda faciaydı ama sonuna doğru nasıl kayılacağını öğrenmiştim. Yine meydanda katedralin girişinde iki rakip patatesçi var. Onların deyimiyle French Fries. Buradan patates ve sos alabilirsiniz. Sos olarak körili ketçap tavsiyemdir. Patates: 4€, Sos: 0,5€.

Buz pateni deneyimimden sonra hava kararmak üzereydi. Kış olduğu için hava soğuktu. Sıcak bir şeyler içmek için Belfry Kulesinin yakınında bir yere oturduk. Konum. Gülis çorba içmişti biz de kahve. Gayet hoş bir mekandı ve herkes kocaman bir tencere içine sıralanmış midye yiyordu. Eğer durumunuz iyiyse bundan yiyebilirsiniz çünkü burada rağbet görüyor. Hesap öderken getirdikleri ekmeğin bile parasını almışlardı. Çorba:6€ Ekmek: 2€ Kahve: 4€ Şehrin biraz daha tadını çıkardık sonra bir tane ikinci el giyim dükkanı bulduk. İçerideki kıyafetler orjinaldi. Eğer böyle Vintage tarzı dükkanları seviyorsanız bu sokağı ziyaret edin. Merak edenlere konum. Ben bir gömlek almıştım.

Geri dönüyoruz artık. Güzelim Brugge'ü geride bıraktık... Brüksel'deki hostelimize gidip Almanya'dan aldığımız makarna ve balığı yiyeceğiz. Yemeği erkekler hazırlayacakmış. Yorucu bir günün ardından iyi bir uyku da çekilecek.

Bir sonraki gün.

Belçika'daki hostelimizden çıktık. Artık Hollanda Rotterdam'a gidiyoruz. Beril hasta olduğu için Antwerp'e sapıp eczane aradık. Mide bulantısı ilacı arıyorduk. Saptığımız yer sanırım bir Yahudi mahallesiydi ve Yahudiler ilgilimizi çekmişti. Hepsi bisikletli, yuvarlak çerçeve gözlüklü, şapkalı ve kıvırcık saçlıydı. Sonradan öğrendik ki burada elmas ticareti yapıyorlarmış.

Şimdi Rotterdam.

Rotterdam'a girerken bizim de içinde bulunduğumuz ve çığır açan bir program olan Erasmus'un köprüsünden geçtik. İlk iş hostele gidip düzenimizi kurmaktı. Hostel. Kaldığımız hostelde yatak çarşafı ve yastık için ekstra para istiyorlar. Kendi uyku tulumumuzu getirmemiz gerekiyormuş. 24 Kişilik odada kişi başı 14€'ya kaldık. Koğuş gibi bir yerdi ama ortak alanı çok iyiydi. Langırt vb oyunlar, sosyalleşmek için bir çok imkan ve mutfağı vardı biz de mutfağı değerlendirdik ve balıklı makarna yaptık. Yemekten sonra langırt oynamaya geçtik. Oyunun heyecanıyla biraz fazla bağırmışız ki içeriden bir çocuk gelip "merhaba" dedi. Adı Melih'ti. Kopenhag'da Erasmus yapmış ve geze geze Türkiye'ye dönüyormuş. Şehri gezmek için bize katıldı ve yola çıktık. Markthal, Kübik evler ve sahilinde yaptığımız yürüyüşten sonra bir şeyler içmek istedik. Aslında bugün Oğuz çok güzel bir haber almıştı. Doktordu ve uzmanlık sınavını geçmiş Çocuk Cerrahisi Bölümü'nü kazanmıştı. Kutlamak için gittiğimiz yer cafe/bar tarzı yerdi. Buraya. Değişik Hollanda birası denemek için gidebilirsiniz. Deniz kenarında ve hoş bir mekan. Buradaki muhabbet baya koyuydu çünkü benim memleket özlemim artmıştı. Durmadan Türk yemeklerinden bahsediyorduk. Oğuz tereyağlı kavurma yapışından ben de kebaplardan bahsediyordum. Uzun bir yemek konusundan sonra karnımız acıkmıştı. Oradan çıkıp sokakları geze geze bir dönerci bulduk. Burada döner-ayran yaptık.(Bakın bu dramdır). Sahibi Türk'tü. Konum. Hostele döndük.


31 aralık, yılbaşı günü.

Noordwijk
Bugün sabah Rotterdam'dan çıktık. Niyetimiz direk Amsterdam'a gitmekti. Arası bir saat olduğu için vaktimiz var diye düşündük ve kuzeyden gitmeye karar verdik. Hollanda'nın köylerinden geçerek, ineklerini ve rüzgar güllerini görerek Noordwijk diye bir sahil kasabasına geldik. Burada herkes deniz kenarında yürüyüş yapıyordu. Biz de bu tufana katıldık ve yürüyüş yaptık. Denizin rengi o kadar kötüydü ki anlatamam. Ama hava rüzgarlıydı ve ortam çok güzeldi. Kocaman köpekler, sahile vurmuş deniz kabukları burayı sevmemize sebep olmuştu. Şehrin içini de gezdik. Zaten çok küçük bir yer. Ama unutamayacağım bir yer var ki o da girdiğimiz peynir dükkanı. Peynirler bu kadar kötü olabilir... Yiyecek maddesi için kötü sözler kullanmak istemiyorum ama o kadar kötüler ki...
Arabaya dönerken yolda McDonald'sa uğrayıp yemek yedik. Bir Big Mac menü 6,5€.

Tekrar çıktık yola. Akşamına yılbaşı kutlamaları var.

Önce Haarlem'i gezip sonra Amsterdam'a gidelim dedik. Haarlem'in sokaklarını gezip yürüyüş yaptıktan sonra atladık arabaya.

Amsterdam'a...

Haarlem
Akşam oldu, arabayı park edebileceğimiz bir yer arıyoruz. Bulacağımız yer önemli çünkü bu gece arabada uyuyacağız. Neyse, merkezde bir yer bulduk. Önceleri park parasının olmadığını düşündük ama gece yarısı olunca öyle olmadığını anladık. Tutar: 28€. İçimiz acımıştı ama yapacak bir şey yoktu. Gece fark ettik ve alkollü olduğumuz için başka bir yer bulamazdık. Otopark: konum. Arabamızı bıraktık başladık şehir merkezinde dolaşmaya. Amsterdam'da sadece bir gece kalacaktık. Amsterdam için bir gecenin çok az olduğunu biliyorduk ama imkanlarımız buna el vermişti. Neyse, şehrin içini dolaşırken her yerden ama her yerden havai fişek, maytap ve torpil atıyorlardı. Patlamaların ardı arkası kesilmedi. Her yeni genç meraklı gibi girdik bir WeedShop'a ve ünlü keklerden aldık. 6€. (Sonrasında bu keki denemiştim ama hiç bir etkisi olmadı. Belki miktarı az geldi çünkü sadece 1 tane yemiştim.) Sokaklarda yürürken herkes ama herkes ot içiyordu. Sokaklarda dans edenler müzikler kalabalık. Aslında biraz korkmuştuk çünkü Paris patlaması aklımıza gelip duruyordu. Arabamızda Almanya'dan getirdiğimiz içecek(!) maddeleri olduğu için bir yere girip alkollü bir şeyler içmedik. Sadece o caddedeki Starbuck's a girip oturduk. Eğer Amsterdam'da yılbaşı gecesi tuvaletiniz gelirse ücretsiz tuvalet bulma konusunda büyük sıkıntı yaşayabilirsiniz. Bizim gibi. Bu durumda yapmanız gereken merkezdeyseniz şu dönerciye gidip sorgusuz sualsiz tuvalete dalmak.

Arabaya dönüyoruz.

Arabaya döndük. Artık bir şeyler yeme ve içme zamanı. Yılbaşı geldi çattı. Çıkardık içeceklerimizi. Başladık nehir kenarında havai fişekler eşliğinde içmeye. Kafamız ve keyfimiz daha da güzel olunca başladık içkiler eşliğinde yürüyerek şarkılar söylemeye... En son hızımızı alamayıp çıktık bir elektrik trafosuna, orada akan kalabalığa karşı şarkı söyledik. Geçen yüzlerce insandan bazıları da bize katılıp  şarkı söylüyorlar ve Merry Christmas diye bağırıyorlardı. Çok güzeldi. Gece yarısına kadar böyle devam ettik. Sonra yılbaşı havai fişek gösterisini izleyebileceğimiz güzel bir yer olan nehir kıyısının şu bölümüne geçip beklemeye başladık.

Gösteri geldiğimize ve beklediğimize değdi. Tam bir görsel şölendi.

Gece gelip alkolün de etkisiyle dalmışız uykuya. Gülis'le Oğuz arkada, biz önde yatıyoruz. Sabaha karşı Beril'in beni dürtmesiyle uyanmışım ama nasıl titriyorum. Alkolün verdiği ısıyla yatarken pek etkilenmemiştim ama gece gerçekten çok soğuk olmuştu. Sonuç olarak kışın ortası 31 aralık gecesiydi. Arabayı çalıştırıp fanları yakınca istediğimiz sıcaklığı bulduk ve tekrar uykuya daldık.

Ertesi gün uyandığımızda saat 12'ye geliyordu. Artık gezimiz bitmiş, yorucu bir beş günün ardından Amsterdam'a bir gün tekrar geleceğimizi bilerek dönüşe geçmiştik.

Amsterdam
Beni çok şaşırtan şeylerden bir tanesi de dönüş yolundaki otobandı. Tamı tamına 6 gidiş 6 gelişti. Yolda saat 22:00 - 6:00 arası sınırsız hız yapılabiliyor. Diğer saatlerde arabanın çıkabileceği maksimum hız 130km/sa.

Dönerken Utrecth diye bir şehre de saptık ama 1 ocak olduğu için her yer kapalı idi. Yanımızda getirdiğimiz son nevaleyi de yiyip tamamen dönüşe geçtik ve 3 saatlik yolumuz kaldı. Bonn'a girdiğimizde saat 7'ye geliyordu. Arabamızı bırakıp yurtlara dağıldık.


Bir sonraki gezimizde görüşmek üzere.


18 Ocak 2017 Çarşamba

DÜSSELDORF





Bonn'dan trenle Düsseldorf'a gittik. Beril'in Kuzey Ren Bölgesi'nde geçerli olan biletinden yararlanıp trene herhangi bir ücret ödemedik. Düsseldorf, Köln ve Bonn gibi bir Ren(Rhein) Nehri şehri. 

Bahnhof'tan çıkarak sokaklara daldık. Burası Köln'e benziyor. Evlerin tarzı dizaynı hemen hemen aynı. Ren Nehri kenarına çıktık. Bizi çok güzel bir güneş ve Ren Nehri manzarası bekliyordu. Nehir kenarını biraz yürüdükten sonra fark ettik ki marketler kuruluyormuş. Sanırım sebebi günlerden pazar olmasıydı. Bu marketlerde çok çeşit yiyecek maddesi vardı. Biralar, şekerlemeler, şarküteri bölümü vb. Bunların arasından burnumuza gelen güzel kokular eşliğinde yürüdük. Artık gün bitimine doğru acıkmıştık ve yanımızda getirdiğimiz sandviçleri yemenin tam zamanıydı. Yanı başımızda bir tane biracı duruyordu, onun yerli birasından aldık birer bardak. Yemeğimizi bitirince, ünlü barlar sokağından trenin yolunu tuttuk. 


Almanya'da şöyle bir sistem var. Eğer evinizde kullanmadığınız bir eşya varsa bunu, (her mahallenin farklı zamanlarda oluyor) zamanı gelince kapınızın önüne koyuyorsunuz. İhtiyaç sahibi gelip alıyor. Biz de böyle bir durumla karşılaştık ve Beril'e çamaşır teli aldık. Çamaşır teli elimizde tuttuk yurdun yolunu... 

16 Ocak 2017 Pazartesi

Würzburg



Ailem ,15 gün Köln'de kalmanın ardından 15 ekimde otobüsle Würzburg'a gelmişti. Orada da Homeexchange programından bir ev ayarlamıştık. Ekimin sonuna kadar, yani 2 hafta da burada kalacaklardı. Evin sahipleri de aynı zaman diliminde bizim Fethiye'deki evimizde kalıyorlardı.Onlar da küçük bebekleri olan üç kişilik çok tatlı genç bir aileydi. Bianca, Stefan ve bebekleri Jacob...
Bu yeni ev tabii ki Köln'deki büyük tarihi evden sonra bana ve aileme oldukça küçük gelmişti. Bir adet yatak odası ve salonu vardı. Mutfağı ve banyosu da büyük sayılmazdı. Şehrin biraz dışında yer alıyordu ve merkeze otobüsle gitmek gerekiyordu. Ama etrafı oldukça sessiz ve doğal bir ortamdı ve bize hitap etmişti.
Ben de, ailem Köln'den Würzburg'a gittiği sabah tüm eşyalarımı alıp Bonn'daki yurduma taşınmıştım. Würzburg'a gidişime biraz da ailemin orada bir evde kalıyor olması vesile oldu.Bunu değerlendirmek, bir yer daha fazla görmüş olmak istedim. Ben de onlar gittikten birkaç gün sonra Köln'den otobüsle(Meinfernbus) Würzburg'a gittim. Würzburg Frankfurt'a oldukça yakın küçük bir şehir. Almanya'nın Bavyera eyaletinin kuzeyinde bulunan bu şehir , aynı zamanda bazı ilklerin yaşandığı bir şehir olma özelliğine sahip. Almanya'da ilk demiryolu 1854 yılında Würzburg-Schweinfurt şehirleri arasında inşa edilmiştir. Bununla birlikte Almanya'ya giderseniz sık sık karşınıza çıkacak olan hızlı tren hattı (ICE) 1991 yılında Würzburg-Hannover arasında hizmete girmiştir. Ve bir diğer değişik bilgi ise 1895 yılında Wilhelm Conrad Röntgen tarafından X-ışını elektromanyetik dalgaları(Röntgen ışınları)Würzburg'da keşfedilmiştir.
Bu şehirde gezilecek tarihi ve turistik yerlerin yanında benim yapmanızı tavsiye edebileceğim en önemli şey, Rezidans Würzburg'u ziyaret etmeniz.Würzburg, şehre girdiğiniz anda dikkatinizi fazlasıyla çekecek kadar çok şarap bağlarıyla dolu. Ve bu şehirde şarapçılık oldukça ileri durumda. Eğer yolunuz Rezidans Würzburg'a düşerse, dünyaca ünlü, yapının bodrum katında bulunan mum ışığıyla aydınlatılmış, labirent gibi ,oldukça büyük ve etkileyici şarap mahzenlerini mutlaka gezin. Burayı gezebilmek için önceden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor ve gezinin içeriğine ,denediğiniz şarap sayısına göre tur fiyatı 8-32 Euro arasında değişiyor. Eğer şarap sevdalısıysanız en kapsamlı tura katılın derim. Çünkü buradaki atmosfer ve şarapları her yerde bulmak zor. Aynı zamanda şarap satışı da yapılıyor. Deneyip beğendiğiniz şarapları kendinize veya hediye olarak alabilirsiniz.
Bunun yanında, şehirden geçen Main Nehri üzerinde yer alan oldukça romatik bir havası olan, Alte Mainbrücke'te (Tarihi Main Köprüsü) bulunan restaurant-pub tarzı mekanlarda şarap içerek güzel vakit geçirebilirsiniz.
Şehirde cumartesi-pazar günleri kurulan yerel pazarı gezmek de oldukça keyifli.
Ben burada 3 gece kaldım ve günlerimden birini ailemle Heidelberg'e giderek değerlendirdim. Konum olarak Heidelberg'e gitmek oldukça kolaydı ,ilerleyen yazılarımda bu güzel şehre de değineceğim...
Ve artık Bonn'a dönme vakti gelmişti. Babam grip olduğu için annemle otobüsün kalktığı yere gelmiştik ve annem beni uğurlamıştı. Artık bizim için uzun bir ayrılığın zamanı gelmişti. Onlar yaklaşık bir hafta sonra Türkiye'ye döneceklerdi. Ben de bir yıllık serüvenime doğru yola çıkmıştım... Hüzünlü fakat benim adıma hüzne kapılamayacak kadar keyifli bir başlangıç zamanıydı...

12 Ocak 2017 Perşembe

Bonn'da Erasmus-Şehir için kısa bilgiler

Bonn'da Erasmus-Şehir için kısa bilgiler

    Bonn, Almanya'nın Kuzey Ren Vesfalya eyaletinin güneyinde ,Ren Nehri'nin her iki yakasına yayılan bir şehir...  Bu güzel şehir Almanya'nın en eski yerleşim yerlerinden biridir. Bu şehri özel kılan yanlarından biri Ludvig van Bethoove'in ,1770 yılında doğduğu şehirdir. Şehir merkezinde doğdugu ev yer alıyor. İçerisinde çocukluğundan yaşamının sonuna kadar kullandığı tüm müzik aletleri,besteleri ve kişisel eşyaları var. Almanya'nın eski başkenti olan Bonn, 1990 yılında Doğu ve Batı Almanya'nın birleşmesinin ardından bu özelliğini Berlin'e devretmiş.
   Bonn benim için ilk günler İstanbul'dan sonra gerçekten küçük ve bir o kadar da sakindi. Fakat bu dediklerimi olumsuz olarak anlamayın. Şehri yaşadıkça oturmuş düzeni, kibar insanları, büyük yaşlı ağaçlarla dolu sokakları sizi şehrin büyüsüne kaptırıyor. Yaşam, şehir düzeni oturduğu için çok kolay. Her şey genel olarak bir Alman prensibi içinde ilerliyor. Otobüsler zamanında geliyor, devlet dairelerinde çalışan kişiler işlerini en iyi şekilde olması gerektiği gibi yapıyor. Ve bunlar sizin hayatınızı planlamanızı kolaylaştırıyor.
   Benim bu şehirde bulunmaktan en zevk aldığım yer galiba Ren Nehri kıyısı boyunca bulunan yemyeşil parklar. Ve tabi ki bu parklarda bisiklet turu ve yürüyüş yapmanın verdiği haz hiçbir şeyde yok. Nehir kenarı boyunca bisiklet ve yürüyüş yolları mevcut.


Şehre Kayıt ve Ulaşım

Öncelikle Bonn'a ilk geldiğiniz zaman şehre kendinizi kayıt ettirmeniz gerekiyor. Bunun için belediye binasına (Statthaus) gitmeniz gerekiyor. Kaydınızı(anmeldung) çeşitli bilgilerinizi alarak yapıyorlar.

Almanya'da ulaşımın en gelişmiş ve keyifli hali tabi ki trenler. Tren hatları neredeyse her yere gitmenizi sağlıyor ve oldukça konforlu. Öğrenciyseniz, Bonn'a geldiğinizde üniversitenin sizden dönemlik olarak aldığı harç gibi bir ücret var. Bu ücret yaklaşık dönem başına 270 Euro . Bu parayı yatırmanın ardından size tüm Kuzey Ren Vesfalya eyaletindeki şehirlerde ve şehirler arası ulaşımda geçerli olan ve aynı zamanda öğrenci kimliği niteliğinde bir kart veriyorlar. Bu kartla gezin gezebildiğiniz kadar!

Eğer öğrenci kartınız yoksa ve sadece seyahat için Bonn'daysanız, şehiriçi otobüslerde pek bilet kontrolü olmuyor. Bana 1 yıl  boyunca , neredeyse her gün otobüs kullanmama rağmen 1 kez denk geldi. Ama riske girmek istemezseniz otobüslerin içinde bilet makineleri mevcut.
Fakat şehirler arası trenler için kendinizi biletsiz binerek riske atmayın derim. Çünkü yaklaşık olarak 60 euro cezası var...
Eğer grup halinde geldiyseniz 5 kişilik günlük grup biletleri mevcut ve çok avantajlı.
Benim en çok kullandığım tren güzergahı tabii ki Bonn-Köln arası gidip gelmekti çünkü tam olarak 20 dalika sürüyordu. Bonn-Köln arası bilet fiyarı:7.70 Euro.

Konaklama

  Bonn'da Almanya'nın neredeyse tüm şehirlerinde bizdeki yurt kavramına benzeyen fakat ismi Wohnung olan bir sistem var. Wohnung'lar genellikle aynı koridorda kişisel odalar ve ortak kullanılan banyo(tuvalet-duş) ve mutfaktan oluşuyor. Yani odanız size özel olduğu için bu size bir özgürlük alanı tanıyor. Ortak alanların olması da sosyalleşmek ve yeni insanlar tanımak için bir fırsat sunuyor. Benim yaşadığım dairede 6 oda mevcuttu. Ben bu sayede  koridorumda farklı ülkelerden gelmiş 5 arkadaş edinmiş oldum. Arkadaşlarımdan üçü Alman biri İspanyol ve diğeri Kamerunluydu. Zaman zaman mutfakta beraber yemekler yapardık.Hepimiz kendi mutfak kültürümüzden bir şey yapıp ortak bir yemek hazırlar ve birbirimizin yaptıklarını denerdik. Bu da farklı kültürlerin yemek zevklerini görmemi sağladı.
   Benim kaldığım yurtta bir Wohnung'tu. İsmi Endenicher Allee ,17 . Bu yurda yerleşebilmek için öncelikle okulun sitesinden öğrenci işlerine(Studentenwerk) başvuru maili atmanız gerekiyor.Mail atma önceliğinize göre değerlendiriliyorsunuz. Yani Bonn'a gitme ihtimaliniz kesinleşmese bile bir an önce bu başvuruyu yapın derim.

Bisiklet

Hiç zaman kaybetmeden, bisiklet yollarıyla dolu bu şehirde direk ikinci el bir bisiklet edinmelisiniz.
Bisiklet için tamamen ayrı bir trafik işliyor. Araba sürücüleri olabildiğince kibar ve bisikletlilere her zaman yol üstünlüğü tanıyorlar diyebilirim. Şöyle ki bisiklet yolundan geçecekseniz şehir merkezinde tramvay bile durup size yol veriyor.
Ben bisikletimi ilk günler Köln'de ailemle olduğum için Köln'den almıştım ve Bonn'a trenle getirmiştim. Siz de bu şekilde yapabilir veya Bonn'da ayın belli günleri düzenlenen ikinci el bisiklet pazarlarına bir göz atabilirsiniz. İnternetten de E-bay üzerinden birçok bisiklet seçeneği bulabilirsiniz. Ortalama 30-70 Euro arası işinizi sorunsuz görebilecek hatta buna ek olarak klasik sayılabilecek bir bisikletiniz olabilir.
Ben bisikletimle çok zor vedalaştım.O benim için adeta bir arkadaş haline gelmişti ve ismi de
 Cindy :)  Hatta Türkiye'ye getirebilme yollarını baya araştırdım. Fakat çok masraflı olduğu için bundan vaz geçtim.Daha sonra şehirden ayrılacağım son hafta onu yurt arkadaşım Franzi'ye sattım.
Belki bir gün tekrar karşılaşırız...







Slovenya Öğrenci Yemek Kuponu


Şimdi ise gelelim yemek konusuna. Slovenya'da öğrenciler şöyle bir uygulama var. Eğer öğrenciyseniz satın aldığınız cep telefonu numarası ile öğrenci işlerine gidip kayıt yaptırıyorsunuz. Yaptıktan sonra her ayın hafta içi gün sayısı kadar kupon hattınıza tanımlanıyor. Örneğin mart ayında 21 gün hafta içi var, o zaman 21 adet kupon hattınıza tanımlanır.


Bu Kuponlar Ne İşe Yarar?


Bu kuponlar ile gideceğiniz anlaşmalı herhangi bir restoranda sabah 8 ile akşam 8 arası yiyebileceğiniz öğrenci menüleri olur, bu menüler çorba, salata, ana yemek, meyve, tatlı, su içerir. Bu menüleri öğrenci kuponlarıyla 0 ile 4,5€ arası bir fiyata yenebilir. Geri kalan kısmını devlet öder.
 Anlaşmalı restoranların tamamı için buraya.

 Restorana girdiğimizde öğrenci menüsü istiyoruz, seçiyoruz. Size garson post cihazı gibi bir şey uzatacak, buna öğrenci kuponu hangi hattımıza tanımlıysa o telefon ile 1808'i arıyoruz. Aradıktan sonra postun üzerinde adınız yazacak. Öğrenci kartını da garsona gösterdikten sonra yiyebiliriz. Afiyet olsun.

 Şimdi gelelim bu kuponları nasıl ve nerelerde kullanacağımıza. Sizlere benim favori ve sık gittiğim restoranları tanıtacağım.

DA BU DA THAI

Ljubljana'da iki adet Thai restoranı bulunuyor. Bu restoranın yemekleri, benim en sevdiğim yemeklerdi. En sevdiğim yemek ise Stir-Fried chicken with Thai Basil. Ama baştan uyarayım inanılmaz acı. Restoran bizlere çorba, ana yemek, salata, Thai mantısı ve su veriyor. Fiyat: 4,37€
Konum: Da Bu Da

AROMA ITALIAN RESTAURANT

Ljubljana merkezinde yapılabilecek en güzel şey nehir kenarında vakit geçirmektir. Eğer hava güzelse nehire çok yakın bu restorana gidebilirsiniz, eğer değilse içerisinin ambiyansı da güzel. Çorba, ana yemek, meyve, salata ve su bizim sunulanlar. Ana yemek olarak pizzaları gerçekten başarılıdır. Meat Lasagna(etli lazanya) da yiyebilirsiniz. Ton balıklı pizzasını ya da eğer domuzla aranız iyiyse bacon-kırmızı marullu pizzasını önerebilirim. Fiyat: 3,67€
Konum: Aroma

JOE PENAS MEXICAN

Müzikleri ve dekorasyonundan anlayabileceğiniz üzere, burası bir Meksika restoranı. Sunduğu şeyler çorba, cips ve yanında salsa sosu, ana yemek, tatlı, salata ve su. Ana yemek olarak kesinlikle Chicken Fajita denemelisiniz. Yanında lavaşa benzer ekmek vb. getiriyorlar. Bu restoranın bir diğer güzelliği de öğrenci menüsü alanlara bir içeceğe %50 indirim yapmak. Caipirinha'sını kesinlikle deneyin. Gayet başarılı. Yemek: 4€, Kokteyl: 3€.
Konum: Joe Penas

MEDITERRANEO ITALIAN

Bir İtalyan Restoranı, buraya köpek balığı yemek için gidiyordum. Lezzetlidir. Menüsü, çorba, salata, ana yemek, meyve ve su. Ana yemek soslu köpek balığı alabilirsiniz. Fiyat: 3,5€
Konum: Mediterraneo

CANTINA MEXICANA

Burası da Joe Penas gibi biri Meksika restoranı porsiyonların boyutları Joe'ya göre daha büyük fakat tatlı vermiyorlar ve 6'ya kadar öğrenci menüsü veriyorlar. Menüsü, çorba, salata, ana yemek ve sudan oluşuyor.  Fiyat: 4,37€ Konum: Cantina

NEBOTICNIK SKYSCAPER

Ljubljana'nın merkezinde bulunan bir gökdelen. Eğer İstanbul'a aşinalığınız varsa gökdelen demek biraz absürt kaçıyor. Saat 4'e kadar yemek veren restoranı ise en üst katta bulunuyor. Menüde çorba, ana yemek, salata ve su bulunuyor. Yemek tavsiyesi yapamayacağım çünkü her gün farklı ve tek çeşit yemek çıkıyor. Fiyat: 4€ Konum: Skyscaper
Menza

INDEKS MENZA

Şimdi gelelim ucuz yerlere. Buraya neredeyse her öğrenci öğle yemeği için geliyor. Esnaf lokantası gibi bi yer. Çorba, ana yemek, salata/meyve ve su var. Genelde bir kaç çeşit ana yemek oluyor ama isterseniz ana yemek yerine pizza veya hamburger alabiliyorsunuz. Gayet ucuz ve güzel bir yer. Fiyat: 1,5€ Konum: Menza


PIZZERIA SESTINKA

En çok nereye gittiğimi sorarsanız buraya gidiyordum. Pizzaları oldukça lezzetli. Salata, meyve, iki büyük dilim pizza ve suya hiçbir şey ödemiyorsunuz. Bütüm paramı gezmeye ayırırken burası bana çok yardımcı oldu. Fiyat: 0€    Konum:  Miklosiceva cesta 22

FANY & MARY

Gerek konum olsun, gerek lezzet olsun, hamburger severseniz kesinlikle ama kesinlikle gitmelisiniz. Hamburger çok büyük ve lezzetli. Yanında salata çorba ve su alabiliyorsunuz. Nehrin hemen yanında. Şiddetle tavsiye edilir! Fiyat: 3,87€ Konum: Fany & Mary

DAS IST WALTER - BOSNIA

Hastanenin yanında bulunan bir Bosna restoranı. Onların Cevapcici, bizim ise Kebapçe dediğimiz köftelerden yapıyorlar ve çok lezzetli oluyor. Çorba, salata, köfte var menüde. Kuponunuz olmasa da gelip yiyebileceğiniz uygun bir yer. Kuru fasulye falan dahi var. Fiyat: 2,5€ Konum: Buraya

10 Ocak 2017 Salı

Slovenya Gezilecek Yerler


Tekrardan merhaba,

Bu yazımda ise 1 sene Erasmus yaptığım Slovenya'daki gezilesi ve görülesi yerleri anlatmaya çalışacağım. Öncelikle bilmenizi isterim ki Slovenya Alp Sıra Dağları'nın güneyinde bulunan yemyeşil bir ülke. Kuzeyin Avusturya, güneyinde Hırvatistan, doğusunda Macaristan, batısında İtalya bulunuyor.  Bilinenin aksine Slovenya kuzeyde bulunmuyor, üstelik Akdeniz'e kıyısı bile var. Yugoslavya'dan ayrılan ülkelerden en gelişmişi olan Slovenya, Erasmus yaptığım 2015/2016 senesinde Avrupa'nın en yeşil başkenti seçildi. Kutlamaları bile yapıldı. Neyse, şimdi gelelim konumuza.  Tabi ki, gezilebilecek yerler sadece buralarla sınırlı değil. Slovenya'nın doğal güzellikleri saymakla bitmez. Başkentinden giriş yapalım:


LJUBLJANA


Ljubjana, Ljubljanski nehri olsun, kalesi olsun, insanları olsun çok güzel ve özel bir yer. Şehir olabildiğince sakin, huzur dolu... Nehir kenarındaki kafelerde şarap ya da kahve içmek,  sokaklarında sokaklarında boş boş dolaşmak, yeşilin çeşit çeşit tonlarına dalıp kafa dinlemek istiyorsanız tam da size göre!

1) Ljubljana Kalesi

Ljubljana Kalesi


Kale, şehrin güneyinde kalıyor ve güzel bir Ljubljana manzarası için çıkılması gerekiyor. Kaleyi Osmanlı kuşatmış fakat ele geçirememiştir. Yandaki resim kalenin içini gösteriyor. Kuleye çıkmak için ödemeniz gereken tutar: 8€. Ben çıkmaya gerek duymadım. Kalenin çevresi yeşilliğiyle ve eğer sonbaharda giderseniz yerlere düşen kestaneleriyle ilginizi çekebilir. Slovenya'nın geneline kıyaslarsak en az yeşil olan yer başkent Ljubljana'dır. 




Dragon Bridge

3) Dragon Bridge


Önce şehir merkezindeki Triple Bridge (üçlü köprü) gezin. Sonra nehir boyunca yürüyün.
Nehir boyunca yürüdüğünüzde görebilirsniz. Ejderha Ljubljana'nın sembolü. Bu yüzden ona itafen bir de köprüsü bulunuyor.

2) Tivoli Parkı

Tivoli Parkı
Bu park Kopenhag'taki Tivoli'yle karıştırılmasın. Burası, oradaki parkın bir parçası diyebiliriz. İnsanların koşu yapmak, köpeklerini gezdirmek, frizbi oynamak, piknik yapmak için kullanılan bu yemyeşil park, basketbol ve futbol sahası da içeriyor. Hatta parkın daha iç kesimlerine giderseniz dağ çilekleri bulmak mümkün(Tadına baktım ama pek bir tadı yok). Yürüyüş yapmanızı ve neredeyse her zaman olan parkın içindeki resim sergisini ziyaret etmenizi öneririm. Orada yaşarken havanın güzel olduğu zamanlar sık sık gider basket oynardım. 
Smarna Gora

3) Smarna Gora

Burası, Slovenya'ya 20 dakikalık otobüs mesafesinde bulunan, Ljubljana manzarasını bir başka izleyebileceğiniz bir dağ. Ulaşım için Tivoli - Podgora durağından 8 numaralı otobüse binerek Tacen köyünde iniyoruz. İndikten sonra 30 saatlik bir doğa yürüyüşü bizleri bekliyor. Kahvenizi zirve manzarasıyla içebilirsiniz. Afiyet olsun. 





BLED

Bled
Dünyada görülmesi gereken yerlerden bir tanesi ise tartışmasız Bled Gölü'dür. Doğası, sadeliği, huzuruyla içinizi ısıtan Bled'e Ljubljana'dan otobüsle ya da Slovenler'in Bla bla car'ı yani Prevoz ile ulaşabilirsiniz. Otobüs için buraya, Blablacar için buraya tıklayabilirsiniz. Prevoz ile 2-3€, otobüs ile 6€ tutuyor. Şimdi gelelim Bled'te ne yapılıra. Öncelikle gölün etrafını yürüyerek dolaşın, dolaşırken kuğulara, ördeklere, yeşilin her tonuna, Alp Dağlarına, temiz havaya, patika yollara,balıkçılara benden selam söyleyin. Yürürken kestane alabilirsiniz. Tadı İstanbul'daki gibi tatsız değil. Bled Gölü'nü bu kadar ünlü yapan şeylerden bir tanesi de ortasındaki adacık ve bu adacıkta bulunan kilisedir. Adaya gitmenin 3 yolu var: Dolmuş gibi çalışan tekneler(6€), 4 kişilik olan gondollardan kiralayarak kol gücünüzle(önerilir-15€), Yaz aylarında yüzerek(kesinlikle önerilir-0€). Bled'in tepesinde bulunan kaleye çıkmak isterseniz ücret: 8€. Ben lüzum görmedim. Göl kenarındaki restoranlarda şarap eşliğinde güzel bir akşam yemeği ile gün batışını izlemek daha cazipti. 

Bohinj

Bohinj
Bled'ten sonra yarım saat süren bir yolculukla Bohinj(Bohini)'iye ulaşabilirsiniz. Bled size turistik gelebilir ki biraz öyle. Bu yüzden Bohinj daha sakin. Yaknında Bled'teki gibi pek büyük otel de yok. Bled'te yürüdüğünüz gibi burada da gölün çevresini gezebilirsiniz. Yeşilin içinde göl manzarasıyla sizi cezbedecek. Bohinj Gölü'nün yanında bulunan dağdan ise yamaç paraşütü yapılabiliyor. Bir Ölüdeniz manzarası ve yüksekliği olmasa da, yine de yapmaya değer. Ölüdeniz'deki paraşütçülerden buraya gelip atlayanları mevcut. 


ALP DAĞLARI

Burası tüm dünyada görülmesi gereken yerlerden bir tanesi. Havasının temizliğiyle ciğerleriniz bayram edecek. Tüm Slovenya ayaklarınız altında. Herhangi bir nehirdeki suyu içebilirsiniz çünkü bu kar suyu. Slovenya genelindeki şebeke suları bu dağlardan gelmekte. Tadı da oldukça güzel. Maalesef Julian Alplerine giden bir otobüs bulunmuyor. Araba kiralayabilirsiniz. Araba kiralamak için en uygun site: http://www.atet.si/en




Eğer araba kiralarsanız bu muhteşem yeri de görme şansınız var: Vintgar.
Alp dağlarının eteğinde bulunan bu yer tam bir doğa harikası. Eğer arabanız yoksa Bled'ten otobüsle geçebilirsiniz. Biz, ailem beni ziyarete geldiğinde araba kiralayıp gitmiştik. Çok beğendik, şiddetle tavsiye ediyoruz. Radovna nehri boyunca yürüyeceğiniz bu parkurda, çeşit çeşit bitki ve balık türleri sizleri bekliyor. Yürüyüşü bitirdiğinizde bir daha yürümek isteyeceksiniz. Parkurun sonunda gürül gürül akan nehrin yaptığı fon müziği eşliğinde  kahve içebilirsiniz. 
Vintgar Giriş Ücret: Yetişkin 4€, Öğrenci 3€.







PİRAN

Piran, Roma döneminden kalma şirin mi şirin bir sahil kasabası. Onlar ne kadar ilçe deselerde burası bir kasaba. Akdeniz'e kıyısı olan Piran, tarihi olarak Slovenya'nın en eski kentlerinden. Şehirde kale ve katedral bulunuyor. Kaleyi gezmek isterseniz ücretli: 6€. Ama Katedrale girmek ücretsiz. Size tavsiyem katedrale çıkın ve o güzelim Akdeniz manzarasını seyredin. Katedrale çıkıp güneye baktığınızda karşınıza çıkan manzara üç bölümden oluşuyor: Sağ kısım Trieste/İtalya, Sol kısım Hırvatistan ve bulunduğunuz yer Slovenya. Yani aynı anda 3 ülkeyi de görebilirsiniz. Biz 5 arkadaş gitmiştik, daha doğrusu onlar arkadaşmış ben sonradan katıldım aralarına. Olay da şöyle oldu. Aralarında biri Erasmus Ljubljana sayfasında bir sonraki gün Piran'a gitmek istediklerini ve arabalarında bir kişilik boş yer olduğunu yazmış. Ben de zaten Piran'a gitmek istiyordum ve katıldım. Çok da iyi anlaştık. İki arkadaşımla hala konuşuruz. Neyse, o gün arabayla önce Portoroz'a sonra Piran'a gittik. Portoroz da diğer kenti ama Piran kadar tarihi değil. Portoroz'da sahil turu yaptıktan sonra Piran'a geçtik. Şehrin eski evleri, denizi ve 3 ülke manzarası görülesi. Öğle yemeği olarak öğrenci kuponlarımızı kullandık. Sahilde olan her hangi bir restorana geçip yiyebilirsiniz. Fiyatı İtalya'ya göre daha uygun. Ekim ayının son günleriydi. Ljubljana'ya dönmeden önce, sağlıklı ve dirençli olmak ve kışa hazır girmek adına denize girdik. Güzel günlerden bir tanesiydi.

POSTOJNA





Postojna, Ljubljana'ya araba ile yarım saat mesafede bulunan bir şehir. Ünü mağaradan gelmekte. Karst türünün Avrupadaki en iyi örneğiymiş. Müzeye giriş inanılmaz pahalı olduğu için ben girmedim. Antalya'daki mağaraları gezdiğim için çok da farklı olmayacağını düşündüm. 











Bonn/Almanya'da Erasmus ve İlk Günler

Öncelikle Ben Kimim? :)

Herkese Merhaba!
Öncelikle kısaca kendimden bahsetmek istedim.Ben Beril Büyükabalı. Şu an da İstanbul'da Marmara Üniversite'nde Eczacılık Fakültesi son sınıf öğrencisiyim. Geçen sene ,şimdiye kadar belki de en çok istediğim ve amaç edindiğim şeylerden biri olan Erasmus değişim programına katılma hayalimi gerçekleştirmiş oldum. İmkanı olan herkese tavsiye ederim. Tek kötü yanı dönünce iliklerinize kadar özlüyor olmanız. Onun dışında size büyük bir zenginlik ve dolu dolu hayat tecrübesi katan harika bir deneyim.Bu bloğu açmamıza da biriktirdiğimiz güzel anılar vesile oldu ve bunları sizlere de faydalı hale gelebilmesi için bir blogda toparlamak istedik.

Erasmus Katılım Şartları

Kısaca bu konuya değinirsek;
Faaliyete katılabilmek için öğrencilerin öncelikle aşağıdaki asgari şartları sağlamaları gerekmektedir:

1- Öğrencinin yükseköğretim kurumu bünyesinde örgün eğitim kademelerinin herhangi birinde  bir yükseköğretim programına kayıtlı, tam zamanlı öğrenci olması

2- a-) Birinci kademe öğrencilerinin kümülatif akademik not ortalamasının en az 2.20/4.00 olması

3- Öğrenim hareketliliği için: yeterli sayıda ECTS kredi yükü olması

Okul not ortalamanız (100 üzerinden ) ve eramus dil yeterliliği sınavından aldığınız puan yarı yarıya katkı sağlıyor.

Benim gittiğim Bonn Üniversitesi(Rheinische Friedrich-Wilhelms-Universität Bonn) B1 seviyesinde Almanca dil sertifikası istiyordu.Bu tarz özel şartları da dikkate almanız gerekiyor.
Ren Friedrich Wilhelm / Bonn Üniversitesi

Bu konuda bilgi almak isteyen kişiler bana ulaşabilir.

(Bir de şu gerçeği eklemeliyim; erasmusa gidiş öncesi belge işleri ve okulla olan mecburi diyaloğunuz sizi biraz fazla yıpratıp zaman zaman bıktırabiliyor fakat sonuç her şeye değiyor.)

Yolculuğum ve İlk Günlerim

1 Ekim 2015/Perşembe

Bugün büyük serüvenin ilk günüydü. Aslında yolculuk ile geçen bir gün de denebilir. Annem ve babamla beraber gidiyorduk. Hem beraber gezmek hem de ilk günlerimi biraz kolaylaştırmak adına beraber gelmeye karar vermiştik. Öncelikle THY ile sabah Dalaman Havaalanın'dan İstanbul'a geldik. Öğle saatlerinde ise Lufthansa Havayolları (Biz en uygun uçuşu bu şirkette denk getirebilmiştik. Siz de Avrupa uçuşlarında değerlendirebilirsiniz) ile Frankfurt Havaalanına uçuşumuz vardı. Uçuş yaklaşık 2 saat sürdü. Yolda güzel bir yemek vermeleri bu şirketi bir kez daha sevmemi sağladı :) Frankfurt havaalanın'dan sonra Meinfernbus otobüs firması ile(Almanya'da çok yaygın) Köln'e geldik. Otobüse havaalanındaki durağından bindiğimiz için bu bize kolaylık sağlamıştı. Köln Hauptbahnhof'ta inmiştik. Karşımıza büyüleyici güzelliğiyle Köln Kathedrali çıkmıştı. Hava kararmıştı biz gelene kadar. Işıklandırması ve katedral mükemmeldi. Bahnhof yani tren istasyonundan bilet alıp 18 numaralı tramvayla eve ulaştık.
Köln'e gelme sebebimiz bu şehrin Bonn'a trenle 20 dakika kadar mesafede oluşu ve ulaşım sorunu yaşamadan Bonn'da ki işlerimi halledebilecek olmamdı.
Bu gece ve önümüzdeki 15 gün boyunce Köln'de Home exchange sitesinden ayarladığımız bir evde kalacaktık. Evlerinde kaldığımız aile 15 gün boyunca evde yoktu ve onlar da seneye aynı tarihlerde Fethiye'de bizim evimizde kalacaklardı. Daha önce de birkaç kez ev değişimi yapmıştık fakat ilk kez eş zamanlı olmadan yapıyorduk. Harika bir evdi. Tarihi bir yapıydı ve bahçede bir gölet vardı,ismi Isenburg/Köln Holwide .
Bu evde dolu dolu 15 günümüz geçti. Sahibi Oliver Pye, bir yazar , ona da buradan selam olsun :)

Home exchange web sitesi: https://www.homeexchange.com/en/



Almanya'ya gidecekseniz sizlere son bir tavsiyede tercüme hizmeti sağlayan bir firma ile ilgili verelim.
Protranslate.net - Almanca Türkçe Profesyonel Tercüme hizmeti sunan bir platform... Almanya
yolcuları herhangi bir çeviri ihtiyacının hasıl olması ihtimaline karşı Protranslate ismini zihinlerinin bir
kenarına kazımalı...




9 Ocak 2017 Pazartesi

3 Başkent(Budapeşte, Bratislava, Viyana)




İlk başlarda amatör olduğum için turlarla gezdim. 2 tura katıldım: 3 Capital ve Berlin. Acemiliğime geldi. Beril'i getirdiğim bu şehirlere olan ikinci gezimde ise daha çok ayrıntıya yerdim. O yazımda detaylara ineceğim.


Slovenya'ya geldiğimden beri gittiğim ilk gezidir kendisi. ESN Ljubljana tarafından düzenlendi ve bir çok arkadaş tanımama neden oldu. Bu geziye daha önceden tanıştığım bir arkadaşımla katıldık. Adı Monika. Erasmusta tanıştığım ilk arkadaşım ama tabi ki bununla sınırlı kalmadı çevrem. Otobüse biner binmez yepyeni insanlarla tanıştım. Hatta çok sevdiğim iki Portekizli arkadaşımla yine burada tanıştım. İsimleri Andre ve Nuno.


Budapeşte
Gellert Tepesi

Buda ve Peşte diye kısımdan olan bu şehir bir zamanlar Tuna nehrinin ayırdığı iki farklı şehirmiş. 3 Başkent gezisinde en sevdiğim şehirdi. Sokakları, yemekleri, ambiyansı ile etkileyici ve görülesi. Yandaki fotoğrafta sırasıyla Buda ve Peşte'yi görüyoruz.  Fotoğrafın çekildiği yer ünlü Liberty Statue'nin olduğu Gellert Tepesi. Buradan çıkıp Balıkçılar Burcu'na geçiyoruz. Zamanında Osmanlıya ait olan bu şehirde, birçok yerde Osmanlı'ya ait eserler bulmak mümkün. Bu kadar tekdüzelik yeter. Artık Blogu açma amacımızdan bahsedelim:


***
Herkesin gittiği yerleri size tekrar tekrar göstermek ve laf kalabalığı yapmak istemiyorum. Bu yüzden kendi gezdiğim orijinal yerler ve orijinal olayları anlatmak istiyorum. İlk başlarda çok tecrübesizdim turla falan gezdim turist gibi takılmıştım ama farkettim ki çok yanlışmış. O yüzden size  hazırlık evresini atlatacak yararlı olduğunu düşündüğüm bazı tecrübelerimden bahsedeceğim. Öncelikle nereye gidilir, ne yapılır vb. sorularınızı kaldığınız hostellerdeki çalışanlara sorun. Sizi en iyi yönlendirecek kişiler onlardır. Alın elinize bi şehir haritası, (hostelde veriliyor) çıkmadan önce güzergah belirleyin. Size verebileceğim en büyük iki tavsiye ise yürüyerek gezin ve free city tour'lara katılın. Sadece turistlerin gittiği yerlere gitmeyin. Sokaklarını dolaşın, yerli insanların yediği lokantalarda yemek yiyin. 23 ülke gezmiş biri olarak söylüyorum, Lizbon'da gittiğiniz restoranla Varşova'da gittiğiniz restoran arasında pek bir fark yok. O yüzden, gezdiğimiz yerleri daha iyi tanıyabilmek için hosteldeki çalışanlara danışın. Sokaktan birine sorup yeni yerler öğrenin. İnternette bulacağınız şeyler gerçekte olanların yüzde biri diyebilirim. İnternette sadece görülecek yerler katedraller, kaleler vb bulacaksınız. Bu da bir süre sonra rutine bağlıyor ve insanı açmıyor.


 Hostel görevlisine sorulması gereken soruların bazıları:

 Vasıta kullanımını minimuma indirerek nasıl gezebilirim?
Yerli halk, öğle/akşam yemeklerini nerede yerler?
Turistlerin bilmediği güzel yerler var mıdır? Varsa nereler?

Free City Tour: Neredeyse her şehirde bulunan bu turlar bağış sistemi ile çalışıyor. Yani 2 saat boyunca bir rehber size şehri gezdirip anlatıyor. Tur bitiminde memnun kalırsanız bir miktar bağış yapabiliyorsunuz. Gayet güzel bir sistem. Gün içerisinde belirli saatleri var. Bu saatleri yine  hostel görevlinizden öğrenebilirsiniz. Genellikle verdikleri Şehir Haritasında yazıyor. Bu turdaki rehberinize sımsıkı sarılın. Çünkü soracağınız soruları yanıtlayabilecek en bilgili kişilerden biri.

İnanın bana daha çok şey öğreneceksiniz ve bu sizi tatmin edecek. Gezdiğinizi anlayacaksınız ve devamını isteyeceksiniz.

***


 Şimdi nerede kalmıştık Budapeşte'de. Buranın ünlü bir yemeği var: Gulaş. Aslen bir Türk yemeği. Paprika, Gulaş vb. yiyecekler Osmanlıdan geçme. Gayet lezzetli bir yemek tavsiye ederim. Size önerebileceğim yerli lokantası ise Balıkçılar Burcunun orada. İsmini bilmiyorum ama yemekleri oldukça lezzetli ve ucuz. 5-6€'ya doyabiliyorsunuz. Ama sadece öğle yemeği çıkıyor. Burayı tur rehberinden öğrenmiştik.
Adresi: 3 Fortuna St.
Yine de emin olmak için yerlilere sorun.
Macar Birası
Budapeşte'de yapılacak bir diğer güzel olay ise botla Tuna nehri turu yapmaktır. İmkanınız varsa yapın, Parlamento Binası, Margaret Island gibi yerleri tekne keyfi yaparak izlemek bir başka, teknede kahve içerek izlemek bambaşkadır.

Erasmus gezisinde gittiğimizde akşam KRAFT diye bir gece kulübüne gittik. Zaten alkol bizden çok çok uygun olduğu için üstüne üstelik Budapeşte de uygun bir yer olduğu için sırtımız yere gelmiyor. Before- party yapıp içkilerimizi marketlerden alıyoruz. İçtiğim Soproni(yaklaşık 90 cent) birası Macaristan'a aitti ve güzeldi. Clup:

Kraft

Partide içtik eğlendik güzel, şimdi sıra geldi dönüşe. Kraft'tan çıktık. Bizim Portekizli bir arkadaş ve bir Türk kız baya bir yakınlaştılar. Ee Erasmus haliyle, onlar kol kola ben onlara bakarak otel yolunu tuttuk. Otelimiz Buda kısmında olduğu için Peşte'den Buda'ya, iki şehri birnirine bağlayan ilk köprü Chain Bridge'den geçtik. Budapeşte'de yapılması gereken bir şey daha Parlamento Binasını ve Tuna Nehri'ni bir de akşam ışıklandırılmış şekilde izlemektir. Kafanız da hafif dumanlıysa benim gibi, tadından yenmiyor.

Ertesi gün Bratislava.

Bratislava 

Şahsi fikrimi söylemek gerekirse Bratislava'yı gezilecek bir yer olarak hiç beğenmedim. Ne tarihi var, ne her hangi bir güzelliği... Çekoslovakya'nın  ayrılması ile 1993 yılında kurulan bu ülkeye ziyaretçiler, Viyana'ya bir saat uzaklıkta ve bir fazla ülke görelim diye geliyorlar zannımca. Önerebileceğim iki şeyden biri merkezde bir çorba; içmiştim ve güzeldi, ekmekte getiriyorlar çorbayı.  Fiyatı: 6€. Adres: Tıkla


İkincisi ise Pubları. Gayet güzel ve uygun yerler. Denemenizi öneririm.

Viyana

Bratislava'ya 1 saat uzaklıkta olan Viyana'ya sanatın doğduğu şehir denilmesi hiç de yadırganılmıyor. Şehirde her şey bir düzen içinde, parklar, binalar, kaldırımlar heykeller ve daha nicesi. Şehirde görülmesi gereken bir çok yer var: Schönbrunn, Belvedere, Hofburg İmparatorluk Sarayları, Naschmarkt, Opera binası, Aziz Stefan Katedrali vs. Naschmartk'ta değişik peynirler, sosisler, şekeler, tatlılar bulabilirsiniz. Tatlı demişken, eğer çikolata seven biriyseniz kesinlikle sachertorte'yi deneyin. Viyana özgü çikolatalı kek.
Aziz Stefan Katedrali ise (bana göre) Köln'den sonraki Gotik tarzda yapılmış en iyi Katedral diyebilirim. Hatta bacaklarınıza güveniyorsanız ve Viyana manzarasını izlemek istiyorsanız, Katedrale girdikten sonra sağdaki ilk kuleye çıkın. Klostrofobiniz var ise uzak durun.
Sachertorte