10 Temmuz 2017 Pazartesi

Venedik'ten Fethiye'ye Otostop

Erasmus'u zirvede bırakalım dedik ve otostop çekerek dönelim dedik. İşte gezi videomuz, detayları en kısa sürede paylaşacağım.

25 Şubat 2017 Cumartesi

POLONYA

Şimdi,

Planımız kısaca şöyle: Varşova-Krakow-Zakopane-Budapeşte-Bratislava-Viyana. Böylelikle Beril'e olan sözümü tutmuş olacağım. Yani gittiğim 3 Capital'e onu götürme sözünü.

Köln/Bonn havalimanından Varşova Modlin Havaalanına indik. Bilet fiyatı kişi başı 33€'ya geldi. Bu fiyat Ryanair için pahalı. Çünkü planımızı son anda yapmıştık. Modlin'den Varşova merkeze gidiş 10€. Otobüs sizi Varşova Bilim ve Kültür binasının önünde bırakıyor. Buradan direk Hostel'imize gidip eşyalarımızı bırakalım dedik. Adı: Tapir Hostel.

 Eşyalarımızı hostele bıraktık. Bu gece Beril'le ayrı odalarda kalacağız çünkü fiyatı uygundu ve bir şey diyemedik :D Fiyat bir gecelik iki kişi: 20€. Şimdi yürüyerek Lazienki Krolevskie Parkına gidiyoruz. Sokaklarda ilgimizi çeken bir şeyler olmadı. Havanın soğukluğundan olsa gerek, insanlar pek bir mutsuz. Yüzleri donuk tepki vermiyorlar gibi. Garipti.

 Parkın içinde sincaplar ilgi çekiyor. İnsanlar sincaplara ceviz,fındık vb. şeyler veriyorlar. Parkın içinden geçen küçük su kanallarında da balıklar var. Sincapların arasından yürüyerek Old Town'a gittik. Yol üzerinde bir kahvecide kahve aldık havanın soğuğundan biraz korunmak için.

Cadde üzerinde Old Town'a devam edince ünlü bilim adamı Copernicus(Kopernik)'in heykeli bulunuyor. Bu cadde de gezmek için ideal. Adı: Nowy Swiat.

Eski şehrin içine girince pek bir özellik göremiyoruz. Açıkçası hiçbir özelliği olmayan Varşova'yı bizim Ankara'ya benzettik.

Old Town'u turladıktan sonra karnımız iyice acıkmıştı ve Beril'in Bonn'danki Varşovalı arkadaşı Asia'nın önerisiyle bir restorana(Zapiecek) gittik. Restoran konumu. Old Town'da çeşit çeşit restoranlar bulunuyor. Buralarda meşhur Polonya mantılarını deneyebilirsiniz. "Dumpling" İngilizcesi, "Pierogi" Lehçesi. Biz de Pierogi, Bigos, ünlü lahana çorbası "Kapuşniak"  ve 2 bira söyledik. Bigos lahanalı ve etli bir yemek. Pierogi mantı, diğeri de lahana çorbası. Bol lahanalı bir akşam geçirdik. Hepsi 28€ tuttu.

Hostelimize dönüp güzel bir uyku çektik.

Sabah Krakow'a trenle gideceğiz. Tren kişi başı 15€'ydu. Otobüs 10€'ya geliyor ama tren yolculuğunun daha zevkli olması ve daha kısa sürmesi bizi kendine çekti. Tren 3,5 saat - Otobüs 6 saat. Tren biletini internetten veya direk merkezi tren istasyonundaki bürolardan temin edebilirsiniz. Biz direk gidip almayı tercih etmiştik .

Siz de Varşova'dan Krakow'a geçerseniz mutlaka tren kullanın. Yoksa yoldaki geyik sürülerini kaçırırsınız. Heryer geyikti. Çok güzeldi... Tepelerden kulaklarını dikmiş geçen treni izliyorlardı. Bu arada trende içki içmek yasakmış ama ben bir birayı çoktan gömmüştüm.

Şimdi Krakow'dayız.

Tren garından inip hostelimizin yolunu tuttuk. Hostel: White Eagle Hostel. Fiyat 4 gece 2 kişi için 85€. Bu hostel şehrin tam göbeğinde bulunuyor ve yürüyerek her yere gidebiliyorsunuz. Üstelik ambiyansı da gayet hoş. Eşyalarımızı bıraktığımız gibi şehir turu yaptık. Varşova'dan sonra Krakow bize çok iyi geldi. Sokakları daha canlı daha tarihi daha güzeldi. Hitler'in önemi büyükmüş bu konuda. Krakow zaten bizim diyip dokunmamışlar. Ama Varşova'da taş üstünde taş bırakmamışlar.

Krakow'un tarihi yeri iki bölümden oluşuyor. Almanların inşa ettiği taraf var Polonyalılar'ın inşa ettiği taraf. Aradaki farkı şehir haritasında bile görebilirsiniz. Alman tarafı nizami düzenli evler sıra sıra. Diğer taraf ise aynı bizim sistem: gelişi güzel.

Hostelin konumu mükemmel olduğu için ilk gün merkezi gezdik. Zaten her yer çok yakındı birbirine. Ünlü Krakow meydanında çarşı, katedral ve birçok tarihi ev bulunuyor. Eşyalarımızı koyduktan sonra  benim Slovenya'daki arkadaşım Gosia geldi ve ilk onunda buluştuk. Karnımız biraz aç olduğu için ünlü Polonya çorbalarından içelim dedik. Konum. Bu restoranda yöresel yemekler de var. Domates ve pancar kökü(beetroot) çorbası söyledik. Pancar kökü çorbası içinde haşlanmış yumurta ile geliyor. Çorbalarımızı bir güzel içtikten sonra şehir turuna başladık. Fiyatını hatırlamıyorum çünkü Gosia ısmarlamıştı. Ama çok pahalı değil. Polonya genel olarak ucuz bir ülke.
Krakow meydan

Meydana geldik. (Plac Mariacki). Meydanda bulunan çarşıya "Krakow Cloth Hall" girdik. Burada çeşitli satıcılar bulunuyor ve genel olarak yöresel giysi ve eşyalar satılıyor. Polonya da kehribar çok yaygın . Kehribardan yapılmış çok çeştli takı ve aksesuarlar mevcut.
Buradan da çıkarak Krakow Kalesine geçtik. Kalenin içini gezdikten sonra Jewish District yani Yahudilerin yaşadığı bölgeye gittik. Burada Eski Sinagog ve Schindler'in fabrikası var. Gezmeniz şiddetle tavsiye edilir.
Hava soğuk olduğu için sıcak bir şeyler içmek istedik. Yahudi bölgesinde Zenit diye bir cafe'ye geçip kahve içtik. Konum.

Yoğun bir sohbetin ardından saat de ilerlediği için Gosia'yla ayrıldık. Karnımız acıkmıştı ve bir şeyler yemek istiyorduk.

Grozdka Caddesi üzerinde çeşit çeşit yerli yemek yapan yerler vardı. Buralar çeşit bol ve aldığınız yemeğin gramına göre fiyatlandırıyorlar. konum. Yöresel yemekler yapan bu restoran fiyat/kalite oranına bakılırsa iyi seviyede.

Yemekten sonra tatlı bir şeyler yemek için meydanda bulunan Castor Cafe'ye gittik. Konum. Çilekli çikolataları harika. Hediyenizi buradan alabilirsiniz.

**Hediye olarak alınabilecek en iyi şey bence 10cc'lik çeşit çeşit olan Polonya vodkalarıdır. Hele bir fındıklı vodka var ki, gerçekten tam bir sanat eseri. Sütle için. Cevizlisi ayrı, meyvelileri ayrı, fındıklısı ise apayrı. Vodkanın markası: Soplika. Fiyatı 7 Zloti civarı.

İkinci Gün.

Sabah kahvaltı olarak marketten aldığımız hamur işlerini yedik. Çoğunun tanesi 1€ bile değil.

Bedava şehir turuna katıldık. Bedava şehir turlarıyla ilk kez burada tanıştık. Bahşiş usülü çalışıyorlar. Bize Krakow'un içini güzelce gezdirip anlattılar. St. Mary Bazilikası, Wavel Kalesini, Yahudi bölgesini, Eski Şehri iyice anlattı rehber.Sizler de bu turlardan mutlaka faydalanmaya çalışın ,oldukça verimli geçiyor :)

Kalenin yanında bulunan ejderha heykeli para atınca alev püskürüyor.

Bu ejderhanın hikayesi ise şu:
Bir zamanlar  Wavel Kalesinin altındaki mağarada bir ejderha yaşıyormuş. Ejderha durmadan şehre zarar veriyormuş. Buna daha fazla dayanamayan halk ejderha ile anlaşmaya karar vermiş ve ejderha bunun karşılığında her ay mağaralarına bir kız getirip bırakmalarını istemiş. Şehirde sadece Kral Krakus'un kızı kalana kadar devam etmiş bu anlaşma. Sonra Kral kızını ejderhaya vermemek için dört bir yana haber salmış ejderhayı öldüren kızımla evlenir diye. Bunu duyan ayakkabıcı Dratewka, sülfür koyduğu koyun postunu mağaranın önüne atmış.
Ejderha postu yiyince çok susamış ve yanı başındaki nehirde bulunan tüm suyu içmiş ve orada patlayıvermiş. Prenses ve Dratewka mutlu bir hayat yaşamışlar.

Ejderhanın tüm suyunu "içtiği" Vistül nehri kenarında yürüyüş yapabilirsiniz.

Nehrin kenarını yürüdükten sonra, kalan zamanımızda da ara sokakları gezdik. Ara sokaklarda çok güzel değişik eşyalar satan dükkanlar vardı. Şöyle değişik dekorları olan bir mekan var. Uğrayabilirsiniz. Stajnia Pub.


Yine açız.

Ne zamandır geyik etini denemek istiyorduk. Polonya'da bazı restoranlarda geyik eti olduğunu duymuştuk. Biz de  bugün kendimizi ödüllendirip güzel bir restorana gitmek istedik. Restoran Miod Malina. Bu restoran gerek dizaynı olsun gerek hizmeti ve yemekleri olsun. Gayet başarılıydı. Geyik, ördek, salata, patates ve tabiki şarap söyledik. Her şey çok güzeldi. Ördek:12€ , Geyik: 16€ idi.

Denemeye kesinlikle değer. Geyik eti beklentimizin çok daha üstündeydi. Kuzu etini geçer bence. Çok yumuşak ve kıvamlı bir et.

3. Gün.

Zakopane'ye gideceğiz.

Sabah erkenden çıktık yola. Krakow Zakopane arası otobüsle 2 saat sürüyor. Otobüse şu linkten bakabilirsiniz. Busradar

Planımız Zakopane, oradan da Morksie Oko. Zakopane'ye gelince her yer bembeyaz. Biz de Morskie Oko'ya yani daha yükseğe çıkacağımız için daha fazla üşümemek için biraz vodka almak istedik. Şehrin içini gezerken küçük bir bakkal bulduk. Oradan yiyecek bir şeyler ve vodka aldık. Zakopane'den Morskie Oko'ya gitmek için dolmuşları beklerken otobüs terminalinin yanindan hot dog aldık.

Dolmuşla Morskie Oko yoluna çıkmak yaklaşık 50 dakika sürüyor. Buradan da isterseniz at arabasıyla isterseniz  yürüyerek Morskie Oko'ya ulaşabilirsiniz. Yürümek 2 buçuk saat sürüyor.

Biz macera aradığımız için yürümeyi tercih ettik. Kar hiç durmadı ve her yer bembeyazdı. Gölün  kenarına vardığımızda bitmiş bir haldeydik ve kendimizi orada bulanan tahtadan yapılmış restoran işlevi gören yere attık. Burada biraz dinlendikten sonra yanımızda getirdiğimiz kruvasanı yedik vodkayı içtik.

Zakopane
Donmuş gölün üzerinde yürümeye gidiyoruz. Kar hiç durmadı. Lapa lapa yağıyor. Gölün sonunda kardan evler yapmışlar. Eskimoları şimdi daha iyi anlıyoruz. Gölü biraz turladıktan sonra restorana geri dönüp sıcak bir şeyler içmek istedik. Lahana ve sebze çorbası bizi baya bir ısıttı.

Şimdi dönüş vakti.

Salaklık başa bela, yine yürüyerek geri döndük. Bunun şerefine yolda bir güzel düştüm.

Zakopane'ye geri dönünce otobüsü beklerken otobüs garında kaloriferin yanına geçip ayakkabılarımızı ve çoraplarımızı çıkarıp biraz ısıttık. (Türkiye'den geldiğimiz belli olsun diye). Her tarafımız sırılsıklamdı.  O günden sonra nasıl hasta olmadığımızı hala merak ediyoruz. :D

Hava karardı. Çok yorgunuz. Otobüse kendimizi zor attık. Krakow'a geri dönüyoruz.

Bir duş. Direk yatak.

Dördüncü yani son günümüz.

Bugünü çok igrenç ama herkesin görmesi gereken bir yer olan Auschwitz'e ayırıyoruz. Burası bir Nazi toplama kampı. Çok iğrenç işkencelerin yapıldığı insanlık ayıbı bir yer. Fiyatlar ve saatler hakkında bilgi almak için şu linki kullanabilirsiniz: http://auschwitz.org/en/

Auschwitz
Eğer rehberli tura katılmak istiyorsanız ki kesinlikle buna katılın, size bir kulaklık veriyorlar ve rehber geze geze anlatıyor: Gaz odaları, insan fırınları, yıkılan binalar, mahkumların çalıştıkları yerler...

1,1 milyonu Yahudi olmak üzere toplam 1,3 milyon insan öldürülmüş burada. Çoğu da kampa geldikleri ilk günlerde...



Burayı Gosia ile birlikte gezdik. Gün sonunda da Krakow'a döndük. Bugün çok zorlamadık çünkü bir önceki gün çok yorulmuştuk ve sabah 4'te Budapeşteye otobüsümüz vardı.

Sonraki yazımda Budapeşte'den bahsedeceğim.

Hoşçakalın





21 Şubat 2017 Salı

Berlin Gezisi

Bu gezi bizim ESN Bonn (erasmus topluluğu) tarafından düzenlenen ilk  geziydi. 12 kasım gecesi Bonn'dan yola çıkılacak ve 2 gece kalınıp 15 kasımda dönülecekti. Yani Berlin'de geçirecek 3 günümüz vardı.  Elbette Berlin gibi büyük bir şehir için kısa bir zamandı ama yine de katılmayı düşünüyorduk.
Bu gezi planı açıklandığında Erdal Ljubljana'daydı. Fakat benim yanıma gelmeyi planlıyordu. O yüzden ben de ESN Bonn'daki görevli öğrencilerle konuşup onun da geziye katılıp katılamayacağını sormuştum. Ve katılabileceğini söylemişlerdi. Ben de hemen kayıtlarımızı yaptırmıştım. Aynı zamanda Bonn'daki çok sevdiğim arkadaşım Gülis de geziye gelmek için kaydını yaptırmıştı.Yani hep birlikte ilk gezimize gidiyorduk!

Geziyle ilgili bazı ayrıntılar ;

Gezi ücreti:90 Euro
Kaldığımız Hostel: A&O Berlin Mitte(Odada 5 kişi kalmıştık)
Dediğim gibi gezi 2 gece 3 gün sürecek bir geziydi. Yani ücret içinde gidiş dönüş yol masrafları, 2 gece konaklama+kahvaltı,şehir içi rehber ile tur,rehberli Alman Federal Meclisi (Deutscher Bundestag) gezisi ve 48 saat geçerliliği olan şehiriçi ulaşım kartı vardı.

Yola çıkma zamanı...

Otobüsümüz akşam 23.30 gibi hareket etmişti. Bonn-Berlin arası yaklaşık 7-8 saat sürmüştü. Otobüste uyuyabilsek çok iyi olacaktı fakat o kadar çok İspanyol vardı ki...ve gece boyu sürekli konuşup gülüp eğlendikleri için uyuyamamıştık. Tamam çok eğlenceli insanlar ama gece gece o enerji nereden geliyor anlayamadık :)
Otobüs bizi hostele kadar getirip bırakmıştı. Hostelde önce güzel bir kahvaltı yapmıştık. Ve kahvaltısı oldukça başarılı bir hosteldi. Çeşit çok fazlaydı ve kalitesi iyiydi. Hatta gezerken acıktığımızda yemek ve böylece tasarruf yapmak için yanımıza sandviç hazırlamıştık. Ve meyve de veriyorlardı ,muz ve elma da almıştık.
Odada ben,Erdal,Gülis,Simel ve Arjen beraber kalacaktık. Çoğu kişi kendi ülkesinden gelen kişilerle grup oluşturmuştu biz de böyle kalma kararı almıştık. Fakat daha çok erken bir saat olduğu için odalar henüz boşalmamıştı ve herkes eşyalarını emanet odasına bırakmıştı.
Biz kızlar olarak kendimize çeki düzen verip üzerimizi değiştirmek için boş bir odaya girip işlerimizi halletmiştik. Berlin, Bonn'a göre oldukça soğuktu. O yüzden kalın şeyler giydik. Siz de kasım ayında Berlin'e gidecekseniz yanınıza kalın kışlık giysilerinizi ve kabanınızı mutlaka alın.

Tüm grup hostelin önünde toplanmıştık ve kalabalık olduğumuz iki farklı gruba bölündük . ESN grubunda görevli kişilerle beraber şehir turu yapacaktık. Daha ilk köşebaşında bizi Berlin'in meşhur grafitilerinden biri karşılamıştı. Yürümeye devam ettik. Grup rehberimiz bize bir yandan geçtiğimiz yerlerde bulunan özel yerleri anlatıyordu.Yürürken Berlin Rathaus'un(belediye binası) önünden geçmiştik. Meşhur Alexanderplatz'dan geçip Müzeler Adası'na(Museumsinsel) ulaşmıştık. Burası Spree nehrinin üzerinde yer alan 1 kilometrekarelik bir adacık. Burada birçok gezilmesi gereken oldukça büyük müze bulunuyor. Fakat ne yazık ki bizim bu müzeleri gezmeye vaktimiz kalmamıştı. Müzeler adasının ardından Checkpoint Charlie'ye(Çarli Kontrol Noktası) ulaştık.Burası 1961 senesinde 1990 senesine kadar ,bölünmüş Berlin'de Doğu-Batı geçiş kapısı olarak kullanılan bir ittifak noktasıymış. Şuanda tabi ki böyle bir işlevi yok fakat orada yine askerler bekliyor.İsteyenler para karşılığı askerlerle fotoğraf çekilebiliyor.Aynı zamanda bariyerler,geçiş noktası sinyal sistemi ve Berlin Duvarı anıtı hala bu alanda sergileniyor.Yani biraz turistik amaçlı bu ortamın tarihsel anlamını sürdürüyorlar. 

Buranın ardından ESN grup rehberimizle olan kısa şehir turumuz sona ermişti. Artık kendimiz gezecektik. Erdal hostelden aldığımız harita üzerinde gezilecek yerleri en yüksek verimle gezebilecek şekilde bir güzergah çizmişti.Fakat önce biraz dinlenip bir şeyler yiyip içmeye ihtiyacımız vardı. Hemen orada bulunan Starbukcs'a oturup hostelde hazırladığımız sandviçlerden yemiştik.Uykusuzluğun etkisiyle yorgunluk kendini hissettirmeye başlamıştı fakat dinlenmeye ayıracak vaktimiz olmadığı için yola koyulduk. Diğerlerinin yaptığı gezi planları bizi pek tatmin etmediği için Erdal'la biz kendi güzergahımızı çizip yola koyulduk.


İlk önce çok yakınımızda bulunan Berlin Duvarı anıtını ziyaret ettik. Oranın ardından sokaklarda yürüyerek Postsdamer Platz'a(Postdamer Meydanı) çıktık. Bu meydanda oldukça heybetli ve modern binalar yer alıyordu. Yılbaşı yaklaştığı için Almanya'nın her şehrinde meydanları dolduran Weihnachtmarkt'lar(Noel pazarı) bu meydanda da bizi karşılamıştı. Her yer ışıl ışıl yılbaşı süslemeleri,sıcak şarap(Glühwein) yapan satıcılar, çeşitli aperatif yiyecek ve tatlı satıcıları ile doluydu. Burnumuza her köşeden lezzetli kokular geliyordu. Meydanda aynı zamanda eğlence amaçlı kurulan platformlar yer alıyordu. 

Bu meydanda biraz oyalanmanın ardından PanoramaPunkt yani şehri panoramik olarak izleyebileceğimiz çok yüksek bir bina bulmuştuk. Girişi 5 Euro'ydu. Bu binaya çıkıp şehri 360 derece görmenizi tavsiye ederim çünkü zamanınız kısaysa şehir düzenini,gezdiğiniz yerlerin konumunu kafanızda çok iyi bir şekilde oturtmanıza fayda sağlıyor. Aynı zamanda şehir tarihi ile ilgili kısa notlar da yer alıyor. Bu sayede tepeden tüm yapıları görüyor ve o an tarihini okuyabiliyorsunuz. Oldukça faydalı. Binanın en tepesinde bir de restaurant yer alıyor ama biraz pahalı. Eğer değerlendirmek isterseniz yemek yemek için ilginç bir nokta denebilir.

Buranın ardından Ebertstrasse üzerinden yürümeye devam etmiştik. Oldukça geniş bir caddeydi. Yol üzerinde yürürken bir  bina içinde Biyomedikal ürünlerle ilgili sergi-fuar karışımı bir etkinliğe denk gelmiştik. Erdal'ın okuduğu bölümle(Robotik tıp cihazları) ilgili olduğu için içeriyi gezmek istedik. Oldukça değişik şeyler vardı fakat zamanımız dar olduğu için hızlı bir tur attık. Çıkınca  Holokost/Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtını ziyaret ettik. Burası oldukça geniş bir alanı kaplayan,Yahudilere adanmış bir anıt mezar özelliğini taşıyor. Oradan da Brandenburg Kapısı'na yürüdük. Orada resim çekildikten sonra akşam yemeğimizi yiyip Berlin Hauptbahnhof'a (Merkez İstasyonu) yürüdük. Burası delice bir yerdi. Berlin'deyseniz kesinlikle buraya uğramalısınız. Metro sistemi , trenler ve düzen o kadar ileri ki , biz buraya şaşkınlık ve hayranlık duyduk. İstasyon bizim sayabildiğimiz kadarıyla 7-8 kattan oluşuyor, her yerde yürüyen merdivenler birçok mağaza ve çok fazla yolcu var. Her kattan surekli tren-metro gecip duruyor. İnanın başınız dönüyor. Hareketli bir film sahnesinin ortasina düşmüş gibi hissediyorsunuz. Köln Hauptbahnhof içerisinde 10 adet tren durağı yer alıyor ve 2 katlı. Orası bile insana hayranlık uyandırırken Berlin Hauptbahnhof'un hissettiediklerini siz düşünün...
Buradan kaldığımız hostele en yakın metro istasyonuna geldik. Hostele girmeden önce Aldi'ye(Almanya'nın ucuz bir marketi) uğradık . Akşam parti olduğu için gitmeden önce odada içecek bir şeyler ve çerez-çikolata (Aldi'nin çilekli çikolatası!!!)aldık . Sonunda odaya girdik . Aslında kafayı vurup uyumak istiyorduk çünkü bütün gün yürümüştük ve hava çok soğuk olduğu için ben kendimi biraz grip başlangıcında hissetmeye başlamıştım . Ama Berlin'de oluşumuzu değerlendirmek adına enerjimizi topladık . Birkaç saat odada takıldık. Sonra 5-6 arkadaş partinin olacağı yere doğru yola düştük . Metroya bindik . İnince bir süre de yürümemiz gerekiyordu. Partinin olacağı yere ulaştık; Club Soda
Girişte oldukça uzun bir kuyruk vardı. Değer miydi bunca eziyete bilmiyoruz ama geldik işte 😁
Eğer Berlin'de bir gece klubüne gidecekseniz burayı tercih edebilirsiniz çünkü içeride değişik bir konsept var. Yani içerisi bölüm bölüm ve her kısımda farklı tarz müzik çalınıyor . Yani birinde sıkılınca diğerine geçip oradan da bir başka müzik tarzına yol alabilirsiniz . Pop - rock - country ... ne ararsanız her oda da başka müzik mevcut :)
Artık yorgunluk çökmüştü ve gece geç bir saatte zar zor hostele dönmüştük . Direk uyuduk.

Berlin'de 2. Gün
Parlemento

Bugün ilk olarak ESN grubu ile beraber Deutscher Bundestag'a (Alman Federal Meclisi) geldik . Buraya grup olarak metro kullanıp gelmiştik . Meclise girişte birçok kontrolden geçtik.  Çantalarımızı emanete bıraktık ardından bizi meclis toplantıların olduğu  büyük salona aldılar.  Orada oturduk ve rehber bize meclisle ilgili bilgiler aktardı. Berlin'e geliyorsanız mutlaka bu tarihi binayı da içini gezerek ziyaret etmelisiniz. İçini gezdikten sonra dış bölgesine de geçtik. Burada Tiergarten'i görebilirsiniz. Bu park, zamanında kralın özel avlanma bölgesiymiş. Eğer binanın park tarafına değil de diğer tarafına bakarsanız burada tam bir mühendislik harikası olan kuleyi görebilirsiniz. Bu kulenin özelliği, güneş ışınlarını içindeki aynalar sayesinde binanın her bir bölgesine ulaştırıyor ve bu sayede güneşten maksimum verim alınarak elektrik kullanımını azaltıyor. (Şaşırtmadı). Bu kuleye girmeden önce kulağınıza kulaklık alın. Bu kulaklar kuleye tırmanırken size Berlin'i anlatıyor. 

Bundestag'tan çıkıp Tiergarten'in içinden geçip hayvanat bahçesine gittik. Giriş: 12€.
Dediğim gibi, yürüyerek gezin. Eğer metroyu kullansaydık Berlin'in bu güzel parkını kaçıracaktık. 
Hayvanat bahçesinde bir çok hayvan buluyor: filler, şempanzeler, zürafalar, foklar, penguenler...
Buradan da çıkıp yürüyerek 2. Dünya savaşından etkilenen bir kiliseyi ziyaret ettik ve Checkpoint Charlie noktasına geri döndük. Burada bir tane İtalyan Restoranı vardı ve açık büfeydi. Hem de 12€'ya! Gerçekten başarılı. Konum. 

Hostele dönüş.

Ertesi gün. Dönüş günümüz.

Son güne sakladığımız East Side Gallery'yi bugün ziyaret edecektik. Hava çok yağmurlu. Tabi ki bizi yıldırmaz. Yürüdük. Sırılsıklamız ama duvarı sonuna kadar yürüdük. Gerçekten görülmeye değer.

Hostele dönüp otobüse geçtik...

Bonn'a vardığımızda geceydi.

Bir sonraki gezimizde görüşmek üzere...


25 Ocak 2017 Çarşamba

GÜNÜBİRLİK ZAGREB


St Mark Kilisesi
Berlin'den sonra sıra geldi Slovenya'nın güney komşusunun başkenti Zagreb'i gezmeye. Bu gezime biriyle Piran'da tanışmış olmak üzere 5 arkadaş gittik. Piran'da tanıştığım arkadaşım Barbora. Kendisi Çek. Tıp okuyordu Slovenya'da. Piran'a giderken de onunla konuşmuştum. Şimdi de o aracı oldu. Arabada iki Çek, bir Polonyalı, bir de Litvanyalı bir de bendik. Neyse, aracımızı kiraladık. Araba 40€ ve benzin 12€ tuttu toplam. Sabah saat 9'da Ljubljana'dan ayrıldık.

Josip Jelacic Meydanı
Zagreb'e Novo Mesto üzerinden gidiliyor ve yaklaşık 1 saat 45 dakika sürüyor. Yol yemyeşil, içinizi ferahlatıyor. Zagreb Hırvatistan'ın başkenti ve "bana göre" en çirkin şehri... Eğer Hırvatistan sahillerini gördüyseniz kesinlikle hayal kırıklığına uğrarsınız. Binadan ibaret olan bu şehir benim içimi kararttı resmen. Hırvatistan sahillerini diğer yazılarımda paylaşacağım. Hırvatların para birimi Kuna. 1€ = 7,5 Kuna.

Şimdi Zagreb'teyiz. Arabamızı şuraya bedavaya park ettik. Buradan şehre doğru yürüdük. Önce Zagreb Şehir Müzesine ardından Josip Jelacic heykelinin olduğu meydana vardık çünkü burada Turist Bilgi Merkezi var ve buradan şehir haritası alabiliyoruz. Bu heykel, şehrin Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun altında olduğu zamanlardaki bu bölgeyi yöneten Vali'nin heykeli. Yani bizdeki gibi padişahlar, vezirler falan yok. Bu da bana ilginç gelmişti. Buradan çıkıp Zagreb Katedraline gittik. Hırvatistan da diğer Balkan ülkeleri gibi Osmanlı'nın etkisi altında kalmış. Hatta Osmanlı bu katedrali korumak için yanına duvar bile yaptırmış. Duvarın bir kısmı hala duruyor.

Zagreb Katedrali
Katedral'den sonra çatısı kazağa benzeyen St. Mark Kilisesi var. Zagreb'te orjinal bulduğum tek şeydi. Buranın ardından bitmiş ilişkiler müzesine geçtik. Aramızdan bir arkadaşımız burayı çok gezmek istiyordu biz de onu dışarıda bekledik. Konusu güzel ama beni pek açmadı. Buradan da ayrılarak sokakları gezmeye başladık. Artık acıkmıştık ve aynı zamanda gezerek yiyecek bir şeyler bulmaya çalışıyorduk. Gittiğimiz yer şurasıydı. Hamburgerler gayet büyük ve doyurucuydu. Fiyatları da gayet uygundu yediğiniz hamburgerin kalitesine ve boyutuna göre. Patates+hamburgere 7€ ödemiştim.

Yemeğimizi yedik. Şimdi gezmeye devam. İlk olarak tekrar meydana çıktık ve buradaki gökdelenin tepesinden şehir manzarasını izlemek istedik. Adı Zagreb Eye 360. Fiyat 30 Kuna(4€). Burası da yine eh işteydi.
Bu kadar şehir turundan sonra bir yerlere oturup bir şeyler içmek istedik. Önce Tolkien'nin Evi diye bir yer vardı buraya girip baktık fakat Hırvatistan'da kapalı ortamda sigara içmek serbest. Çok duman altı olduğu için aramaya devam ettik. Sonrasında bulduğumuz yer çok küçük bir yerdi ve sadece biz vardık. Konum. Burada Hırvatların en ünlü birası Ozujsko ve yine ünlü bir içkisi Pelinkovac denedim. Biranın içimi rahattı ve güzeldi. Diğeri ise acı bir likör diyebiliriz. Biraz sert ama soğukta iyi gidiyor. Bira: 15 Kuna, Pelinkovac: 20 Kuna.
Zagreb Eye
Artık dönüş vakti, günübirlik gezimizden anladık ki Zagreb pek de matah bir şehir değil.

23 Ocak 2017 Pazartesi

Heidelberg

 Würzburg'a ailemin yanına gelmemin ardından , gezebileceğimiz yakın şehirleri araştırmaya başladık. Daha önce de duyduğumuz Heidelberg olasılıklar arasına girdi. Zaten bu şehri görmeyi çok istiyorduk ve Würzburg'u gezebilecek yeterli zamanımız olduğu için bir günümüzü Heidelberg'e ayırmaya karar verdik.

Trenden bir manzara
Würzburg'dan sabah saat 8:30 treniyle Heidelberg'e doğru yola çıktık. Yol boyunca 1 kez aktarma yapmamız gerekti. Yani Würzburg'dan bu şehre ulaşım oldukça kolay. Yol yaklaşık 2 saate yakın sürdü. Trenler oldukça konforlu olduğu için yol bizi hiç yormadı. Ve yol boyunca yemyeşil ovalardan ve nehir kenarlarından geçtik. İmkanınız olursa Almanya'da trenle gezmek genel olarak oldukça keyifli. Ama çoğunlukla fiyat olarak otobüse göre daha maliyetli. Bana sorarsanız çok büyük bir fiyat farkı yoksa her zaman treni tercih edin derim.



Coğrafi birkaç not:
Bu güzel şehir Almanya'nın güneybatısında Baden-Wüttemberg eyaletinde ,Ren ve Neckar nehirleri arasında kalan vadide yer almaktadır. Genel olarak dağlık bir şehirdir. Neckar nehri tarafından ikiye ayrılmış olan şehir size yeşilin yer tonunu sunuyor.

Hauptstrasse


Heidelberg'e ulaştığımızda daha erken bir saatti. Şehirde gezeceğimiz yerleri planlamak adına tren istasyonuna oldukça yakın mesafedeki turist ofisine uğradık. Oradan gezmemiz gereken yerlerin güzergahını oluşturduktan sonra yola koyulduk. Bize şehir merkezine ve gezilecek hareketli caddelerin olduğu bölgeye otobüsle gitmemizi önerdiler fakat biz otobüs kullanmayıp yürüyerek gitmeyi tercih ettik.Siz de bu şehre yolunuz düşerse merkeze yürüyerek gidebilirsiniz. Uzak bir mesafe değil ve şehri daha iyi keşfetmeye faydası oluyor.
Kristall Glücker
Şehir merkezine ulaştığımızda, kendimizi şehrin en hareketli caddesi olan Hauptstrasse de bulmuştuk. Bu caddenin sonradan araştırıp öğrendiğim önemli bir özelliği varmış;Avrupa'nın sadece yayalar için ayrılmış en uzun caddesiymiş. Cadde üzerinde çeşit çeşit mağazalar,restoranlar,bazı müzeler, oteller ne ararsanız her şey yer alıyor. Yürümesi oldukça zevkli,capcanlı bir cadde. 
Biz bu cadde üzerinde yürürken değerli taşların sergilendiği ,aynı zamanda satışının da yapıldığı ilginç bir dükkanı ziyaret etmiştik.Babam madem mühendisi olduğu için bizim için biraz daha anlam arz etmişti. Ama bence herkes için ilgi çekici doğal malzemeler var. İsmi: Kristall Glücker...

Heiliggeiskirche


Burayı ayrıntılı bir şekilde gezmenin ardından, cadde boyunca yürüyerek, Heiliggeiskirche'ye ulaştık. Kilisenin önünde bulunan Markplatz Meydanı oturup biraz dinlenmek,birşeyler içmek ve şehrin günlük akışını izlemek için ideal bir yer. 









Heidelberg-Neckar Nehri


Tablo güzelliğinde olan bu kent aynı zamanda Almanya'nın en romantik kenti(Wege der Romantik) olarak nitelendiriliyor. Adına “Ich hab’ mein Herz in Heidelberg verloren /Kalbim Heidelberg’de kaldı” diye bir şarkı bile yazılmış. Ve bunu attığınız her adımda gerçekten hissediyorsunuz.






Heidelberg, aynı zamanda bir üniversite şehri. 1386 yılında kurulmuş olan Almanya’nın en eski üniversitesi olan Heidelberg Üniversitesi tıp ve eczacılık açısından Avrupa’nın en önemli üniversitelerinden biri. Şehirde, 30 binin üzerinde üniversite öğrencisi bulunuyor. Şehrin her köşesinde görülen, kitap okuyan, sohbet eden, bisikletle gezen gençler şehrin dinamik enerjisini de yansıtıyor.


Heidelberg Kalesi

Heidelberg Kalesi
Biraz dinlenmenin ardında sıra görkemli Heidelberg Kalesi'ni gezmeye gelmişti. Kale bir dağ eteğinde ve yemyeşil bir ormanın içinde yer alıyor. Oldukça yüksekte yer aldığı için biz kaleye Bergbahn denilen füniküler kullanarak çıkmayı tercih etmiştik. Çünkü dik bir yol tırmanmak gerekiyordu ve bu bizi çok yoracaktı o yüzden göze alamamıştık. Bu dik yolu füniküler ile çıkmak da ayrı bir deneyimdi.
Saraya giriş fiyatı,içinde yer alan Alman Eczacılık Müzesi girişi ve füniküler kullanımı yetişkinler için 7 Euro, öğrenciler için 4 Euroydu. 
Bergbahn-Füniküler
Fünikülerle en tepeye kadar çıktık. Hatta ark etmeyip kalenin bulunduğu yerden daha da yukarı çıktığımız için biraz aşağı yürümek durumunda kaldık. İndiğimiz yerde şehri tepeden gören çok güzel bir restoran vardı. Fakat pek aktif görünmüyordu. Mevsimden mi bilmiyorum. 
Kaleye doğru inerken yemyeşil yollardan geçtik.
Tam kalenin girişinde küçük bir büfe var. Oradan kahve alacaktık ki, işleten bayan bizim kendi aramızda konuşmalarımızı duyup bize Türkçe yanıt verdi. Meğer Türk'müş. Sanırım Bodrumluydu ya da orada yaşıyordu tam hatırlayamıyorum. Bize çok lezzetli kurabiyeler ikram etmişti sağolsun. Çok tatlı birisiydi. Ona da buradan selam olsun. Belki şans eseri yazdıklarımı okur. 
Kahvelerimizi yudumlayarak kaleyi gezebilmek için yürümeye devam ettik. 13. yüzyıldan kalma kırmızı tuğlalar kullanılarak yapılmış bu kalenin,bazı yerleri yıkılmış durumda. Fakat bu genel havasından hiçbir şey eksiltmemiş. Hala oldukça görkemli ve etkileyici durumda.


Heidelberg Sarayı olarak da adlandırılan kale, 1398-1410 yıllarında, Prens Elector Ruprecht III hanedanlığın ilk rezidansı olarak da kullanılmış. 1764 yılında yıldırım çarpması sonucu zarar gören kalenin taşları bir dönem yöre halkı tarafından ev yapımında kullanılmışsa da, daha sonra kale koruma altına alınmış.





Kalenin içinde yer alan Alman Eczacılık Müzesi (Deutsches Apotheken Museum) tabi ki okuduğum bölüm eczacılık olduğundan benim için ayrı bir önem taşıyordu. Bu nedenle sanırım müzenin içinde 2 saatimi geçirmişimdir. Gördüğüm herşeyin fotoğrafını çektim .İleride belki bana ilham kaynağı olur . Eczacı olmayan birisi içinde oldukça ilgi çekici olduğunu söyleyebilirim. İçinde geçmişten günümüze ilaç yapımında kullanılan tüm araç gereç, ham medde ve değerli bilgiler yer alıyor ve inanılmaz kapsamlı bir müze. Mutlaka ziyaret edin. Ben çıkmak istememiştim. Zamanım daha geniş olsa birkaç saat daha içeride kalabilirdim :) Ve eğer eczacılık fakültesi okuyan veya bitirmiş biriyseniz hususi bu müzeyi görmek içim bile Heidelberg'e gelebilirsiniz. Müze çıkışında bir de hatıra olarak saklayabileceğiniz ürünler satılan bir dükkan bulunuyor.







Buranın ardından, kale içinde yer alan dünyanın en büyük şarap fıçısını gördük. Bu fıçı 1751 yılından kalmaymış ve 185 bin 500 litrelik kapasiteye sahipmiş. Gerçekten inanılmaz büyük görünce hayret ediyorsunuz.






Kaleyi biraz daha gezmenin ardından yine ağaçlık yollardan aşağı inerek kaleden ayrıldık . Sevimli evler bulunan dar sokaklardan geze geze nehir kenarına ulaştık. Kaleden izlediğimiz kartpostal gibi bir manzara sunan nehrin kenarında olmak insana inanılmaz bir huzur veriyor.






Şehrin simgesi olan Eski Köprü diğer adı Carl-Theodor Köprüsü bir sonraki durağımız oldu. Hava güneşli olduğu için köprü,nehir ve çevredeki dağlarda bulunan ağaçlar harika görünüyordu.Burası aynı zamanda şehrin en turistik bölgelerinden biri. Fotoğraf çekmek için mükemmel bir nokta. Köprü girişinde kuleler yer alıyor,bu kulelerin yan tarafında bronz bir maymun heykeli var. Bu heykel de fotoğraf çekebileceğiniz ilginç bir nokta. Eğer geniş bir vaktiniz varsa , nehir kenarında uzun yürüyüşler yapabilirsiniz.



Köprünün karşısında yer alan Filozoflar Yolu'da yürüyüş için çok güzel bir güzergah.Fakat bizim vaktimiz kalmadığı için orada yürüyememiştik. Köprüden sonra yürüdüğümüz ilk caddeye geri döndük ve geze geze dönüş yoluna koyulduk. Akşamüstü Würzburg'a dönüş trenimiz vardı ve ona yetişmemiz gerekiyordu.

Sonuç olarak...
Bana sorarsanız , Almanya'nın  çoğunlukla ziyaret edilen büyük ve gelişmiş şehirlerine göre çok daha fazla tat veren, ortaçağdan kalma bu masalsı şehri mutlaka Almanya gezinizin uğranacak ilk durakları arasına almalısınız...



21 Ocak 2017 Cumartesi

BELÇİKA - HOLLANDA GEZİSİ





Bu gezimize, Beril'in Bonn'a geldiğininde tanıştığı Edirne'den gelen bizim gibi Erasmus öğrencisi olan Gülis ve erkek arkadaşı Oğuz'la çıktık. Oğuz Türkiye'den Gülis'i ziyarete gelmiş. Biz de bu fırsatı kaçırmayalım dedik ve araba kiralayıp Belçika ve Hollandayı gezdik. Yılbaşını Amsterdam'da geçirmek kaydıyla tabiki. Şimdi anlatmaya başlayayım. Arabayı kiraladığımız yer: Enterprise Rent
Ama sonraki gezilerimde öğrendim ki şu site daha uygun: EasyCar

Arabayı 5 gün için 255€'ya full sigortalı tuttuk(Renault Megane 2014). Araba kiralarken tam sigortalı tutarsanız başınız ağrımaz. Çizildi, çalındı çarpıldı gibi dertlerle uğraşmanıza gerek yok. O yüzden tavsiye ediyorum.

Arabayla Bonn'dan çıkarken Almanya'nın ünlü ucuzluk marketi Aldi'den bütün saklanabilecek ihtiyaçlarımızı aldık:

- 2 kasa bira (tanesi 29 cent)
- 8 Şişe şarap (adet: 2€)
- Balık konservesi (1,5-2,5€)
- Makarna (80 cent)
- Pesto sos( yaklaşık 2€)
- Abur cubur
- Peynir
- Meyve
vb.

Çıktık yola. Aachen'da küçük bir ATM molası verdik çünkü Beril'in ve Gülis'in Almanya içinde Sparkasse'den para çekiminde komisyon almıyordu. Aachen'dan çıkıp Belçika'nın bir şehri Liege'ye gittik. Buraya gittik denemez çünkü yolda giderken tabelaları görüp hadi burayı da görelim dedik. Şehrin içinde ufak bir sight seeing yaptık. Liege'ten ayrıldık. Şimdi ver elini:

BRÜKSEL

Oğuz ve o kavşak
Brüksel, Belçika'nın başkenti. Avrupa Birliği Merkezi bu şehirde bulunuyor. Şehir'in eski kısımları Orta Çağ Avrupası'nı andırıyor. Şehre giriş yaptığımızda ilk olarak hostele gidip check-in yaptırdık. Hostele giderken arabayı Oğuz kullanıyordu. Yolun ortasındaki kaldırımı görmeyip üzerine çıktı. Bu anı ölümsüzleştirmek için kavşakla fotoğrafını çektik.  Hostelimiz:  Buraya . Hostel'e eşyalarımızı bıraktık. Arabamızı park ettik. Hostelin artıları metro istasyonuna yakın olması, araba parkı olması ve 4 kişilik bir odada kalmamız yani dördümüz bir odada.  Başladık şehri gezmeye... 

Grand Palas
Size öneride bulunduğum gibi aldık elimize bir şehir haritası başladık gezmeye o sokak senin bu sokak benim... Tarihi binalar, antika dükkanları, çikolatacılar... Hepsine göz atmaya çalıştık. Özellikle antika dükkanlarında çok farklı şeyler bulmak mümkün fakat çok pahalı. Yolda bisikletle gezebileceğimiz aklımıza geldi ve bisiklet kiraladık. Artık bisikletlerimizleydik.  Geze geze ünlü Manneken-Pis'e çıktık. Önünde fotoğrafımızı çektirdikten sonra çikolata ve waffle satan dükkanlar ilgimizi çekti. Özellikle çikolatacılarda birbirinden değişik çikolata çeşitlerini bulabilir hatta deneyebilirsiniz. Ben komaya giriyordum. Bir de bildiğiniz üzere ünlü waffleları var. Neymiş bu ünlü Belçika Waffle'ı diyip aldık elimize waffle'ları. Pek bir şeye benzemediğini itiraf edebilirim. Tuttuk Grand Palas yolunu. Meydana gelmeden sağ tarafımızda Ulusal Bira Müzesi vardı, pek müze-gezen tipler olmadığımız için sadece müzenin önündeki heykele elimizi sürüp geleceğe dair dileklerimizi diledik.  Meydana geldiğimizde Christmas Marketleri vardı ve ortalık capcanlıydı. Eski pikap ve plak satan dükkanlar, çikolatacılar, bisikletle gezen turistler... Grand Palas Meydanına kocaman bir çam ağacı süslemişlerdi, meydandan devam edip Anspach Bulvarına çıktık. Christmas Marketleri burada da devam ediyordu. Artık acıkmıştık. Ucuza yemek yiyebileceğimiz bir yer arıyorduk. Sokak sanatçıları, müzikler eşliğinde ucuz bir restoran bulduk. Bir Çin Restoranı ve tam da merkezde. Adını tam olarak hatırlamıyorum ama konumu şurasıydı. 6€'ya Domuz kaburga ya da dana eti + pilav + salata yiyebilirsiniz. Domuz kaburga gayet başarılıydı. Restoranı sevdik hatta o kadar sevdik ki kızlar yetkili Çinli bayandan yemek tarifi falan almaya çalıştı. Oğuz'la kızları tuttuğumuz gibi derhal dışarı çıktık. Biraz daha kalsaydık yumurtanın içinde ördek yavrusu pişirmeyi öğrenip bizi pişman edebilirlerdi. Yemeğimizi afiyetle yedikten sonra hemen yanındaki markete girip biraz Belçika birası deneyelim dedik. Ben Jupiler Birasını içmiştim(1€). Tadı Tuborg'a benziyor. Karnımız tok sırtımız pek çıktık daldık tekrar sokaklara. Çok güzeldi. Marketteki biranın yetersiz geldiğini farkettik ve canımız biraz yerli Belçika birası denemek istemişti.  Delirium bu isteklerimizi fazlasıyla karşılıyordu. Brüksel'e giderseniz kesinlikle buraya gitmelisiniz. 4 bin farklı çeşit biraları bulunuyor. Vişneli, çikolatalı, sert, hafif vb... Burada en hit olan biraların neredeyse hepsini denedik. Bir de Belçika biralarını içerken fark etmiyorsunuz fakat alkol oranları oldukça yüksek(%9). Biralar 4€'dan başlıyor. Buradaki bardan çıkıp sokaklarda bisiklet sürdük ve dönüş yolunu tuttuk. Bisikletlerimizi hostelin yakınındaki bir durağa bıraktık. Bisiklet kirası için günlük kişi başı 17€ ödedik.(Bu normal şartlara göre baya pahalı ama o zaman bilmiyorduk acemiliğimize geldi ve bisikleti bir istasyondan alıp diğerine bırakabiliyorduk.) Hostele gidip bir güzel uyku çektik.

Ertesi gün.

Hostelde sabah kahvaltısı veriyorlardı. Gezince en çok özleyeceğiniz şeylerden bir tanesi sabah kahvaltısı. Verdikleri şeyleri sayıyorum:
- 2 çeşit reçel
- 2 çeşit Corn Flakes
- Süt
- Kahve
- Kızarmış ekmek.

Bizdeki gibi çeşit çeşit peynirler domates salatalıkları falan mumla arıyoruz.

Atomium
Bugün Atomium'a gidip oradan da Brugge geçecektik. Atomium şehrin biraz dışında kalıyor. Gittik, Atomium atomun 165 milyar kez büyütülmüş hali. Protonlar(!) arası geçiş yürüyen merdivenlerle yapılıyor. En tepesinde de bir restoran bulunuyor.

Brugge yolundayız. Kendi arabanızla 1 saat kadar sürüyor. Arabayı şehir merkezinin hemen dışında olan bir otoparka bıraktık. Lisedeyken In Bruges diye bir film izlemiştim. Filmde en sevdiğim aktör Colin Farrel vardı. İlk defa o filmde tanışmıştım Brugge ile. Tamı tamına bir Orta Çağ Avrupa kenti. Katedrali meydanı ambiyansı ile sizi kendine ısındırıyor. Brugge'de yapılabilecek en güzel şeyi yaptık. Aldık elimize biralarımızı, sokakları gezdik. Girip çıkmadığımız sokak kalmadı. Yemeğimizi nehrin yanındaki parkta yedik. Menüde peynir, ekmek, pesto sos ve bira vardı. Katedralin kulesine(Belfry Tower) çıkıp eşsiz Brugge manzarasını izlemeniz gerek. Ama bu manzara için de bir hayli uzun olan giriş sırasında beklemeniz de gerek. Giriş: 8€.  Meydanında buz pisti vardı o zamanlar. Hayatımda ilk defa buz pateni yapmıştım. İlk başlarda faciaydı ama sonuna doğru nasıl kayılacağını öğrenmiştim. Yine meydanda katedralin girişinde iki rakip patatesçi var. Onların deyimiyle French Fries. Buradan patates ve sos alabilirsiniz. Sos olarak körili ketçap tavsiyemdir. Patates: 4€, Sos: 0,5€.

Buz pateni deneyimimden sonra hava kararmak üzereydi. Kış olduğu için hava soğuktu. Sıcak bir şeyler içmek için Belfry Kulesinin yakınında bir yere oturduk. Konum. Gülis çorba içmişti biz de kahve. Gayet hoş bir mekandı ve herkes kocaman bir tencere içine sıralanmış midye yiyordu. Eğer durumunuz iyiyse bundan yiyebilirsiniz çünkü burada rağbet görüyor. Hesap öderken getirdikleri ekmeğin bile parasını almışlardı. Çorba:6€ Ekmek: 2€ Kahve: 4€ Şehrin biraz daha tadını çıkardık sonra bir tane ikinci el giyim dükkanı bulduk. İçerideki kıyafetler orjinaldi. Eğer böyle Vintage tarzı dükkanları seviyorsanız bu sokağı ziyaret edin. Merak edenlere konum. Ben bir gömlek almıştım.

Geri dönüyoruz artık. Güzelim Brugge'ü geride bıraktık... Brüksel'deki hostelimize gidip Almanya'dan aldığımız makarna ve balığı yiyeceğiz. Yemeği erkekler hazırlayacakmış. Yorucu bir günün ardından iyi bir uyku da çekilecek.

Bir sonraki gün.

Belçika'daki hostelimizden çıktık. Artık Hollanda Rotterdam'a gidiyoruz. Beril hasta olduğu için Antwerp'e sapıp eczane aradık. Mide bulantısı ilacı arıyorduk. Saptığımız yer sanırım bir Yahudi mahallesiydi ve Yahudiler ilgilimizi çekmişti. Hepsi bisikletli, yuvarlak çerçeve gözlüklü, şapkalı ve kıvırcık saçlıydı. Sonradan öğrendik ki burada elmas ticareti yapıyorlarmış.

Şimdi Rotterdam.

Rotterdam'a girerken bizim de içinde bulunduğumuz ve çığır açan bir program olan Erasmus'un köprüsünden geçtik. İlk iş hostele gidip düzenimizi kurmaktı. Hostel. Kaldığımız hostelde yatak çarşafı ve yastık için ekstra para istiyorlar. Kendi uyku tulumumuzu getirmemiz gerekiyormuş. 24 Kişilik odada kişi başı 14€'ya kaldık. Koğuş gibi bir yerdi ama ortak alanı çok iyiydi. Langırt vb oyunlar, sosyalleşmek için bir çok imkan ve mutfağı vardı biz de mutfağı değerlendirdik ve balıklı makarna yaptık. Yemekten sonra langırt oynamaya geçtik. Oyunun heyecanıyla biraz fazla bağırmışız ki içeriden bir çocuk gelip "merhaba" dedi. Adı Melih'ti. Kopenhag'da Erasmus yapmış ve geze geze Türkiye'ye dönüyormuş. Şehri gezmek için bize katıldı ve yola çıktık. Markthal, Kübik evler ve sahilinde yaptığımız yürüyüşten sonra bir şeyler içmek istedik. Aslında bugün Oğuz çok güzel bir haber almıştı. Doktordu ve uzmanlık sınavını geçmiş Çocuk Cerrahisi Bölümü'nü kazanmıştı. Kutlamak için gittiğimiz yer cafe/bar tarzı yerdi. Buraya. Değişik Hollanda birası denemek için gidebilirsiniz. Deniz kenarında ve hoş bir mekan. Buradaki muhabbet baya koyuydu çünkü benim memleket özlemim artmıştı. Durmadan Türk yemeklerinden bahsediyorduk. Oğuz tereyağlı kavurma yapışından ben de kebaplardan bahsediyordum. Uzun bir yemek konusundan sonra karnımız acıkmıştı. Oradan çıkıp sokakları geze geze bir dönerci bulduk. Burada döner-ayran yaptık.(Bakın bu dramdır). Sahibi Türk'tü. Konum. Hostele döndük.


31 aralık, yılbaşı günü.

Noordwijk
Bugün sabah Rotterdam'dan çıktık. Niyetimiz direk Amsterdam'a gitmekti. Arası bir saat olduğu için vaktimiz var diye düşündük ve kuzeyden gitmeye karar verdik. Hollanda'nın köylerinden geçerek, ineklerini ve rüzgar güllerini görerek Noordwijk diye bir sahil kasabasına geldik. Burada herkes deniz kenarında yürüyüş yapıyordu. Biz de bu tufana katıldık ve yürüyüş yaptık. Denizin rengi o kadar kötüydü ki anlatamam. Ama hava rüzgarlıydı ve ortam çok güzeldi. Kocaman köpekler, sahile vurmuş deniz kabukları burayı sevmemize sebep olmuştu. Şehrin içini de gezdik. Zaten çok küçük bir yer. Ama unutamayacağım bir yer var ki o da girdiğimiz peynir dükkanı. Peynirler bu kadar kötü olabilir... Yiyecek maddesi için kötü sözler kullanmak istemiyorum ama o kadar kötüler ki...
Arabaya dönerken yolda McDonald'sa uğrayıp yemek yedik. Bir Big Mac menü 6,5€.

Tekrar çıktık yola. Akşamına yılbaşı kutlamaları var.

Önce Haarlem'i gezip sonra Amsterdam'a gidelim dedik. Haarlem'in sokaklarını gezip yürüyüş yaptıktan sonra atladık arabaya.

Amsterdam'a...

Haarlem
Akşam oldu, arabayı park edebileceğimiz bir yer arıyoruz. Bulacağımız yer önemli çünkü bu gece arabada uyuyacağız. Neyse, merkezde bir yer bulduk. Önceleri park parasının olmadığını düşündük ama gece yarısı olunca öyle olmadığını anladık. Tutar: 28€. İçimiz acımıştı ama yapacak bir şey yoktu. Gece fark ettik ve alkollü olduğumuz için başka bir yer bulamazdık. Otopark: konum. Arabamızı bıraktık başladık şehir merkezinde dolaşmaya. Amsterdam'da sadece bir gece kalacaktık. Amsterdam için bir gecenin çok az olduğunu biliyorduk ama imkanlarımız buna el vermişti. Neyse, şehrin içini dolaşırken her yerden ama her yerden havai fişek, maytap ve torpil atıyorlardı. Patlamaların ardı arkası kesilmedi. Her yeni genç meraklı gibi girdik bir WeedShop'a ve ünlü keklerden aldık. 6€. (Sonrasında bu keki denemiştim ama hiç bir etkisi olmadı. Belki miktarı az geldi çünkü sadece 1 tane yemiştim.) Sokaklarda yürürken herkes ama herkes ot içiyordu. Sokaklarda dans edenler müzikler kalabalık. Aslında biraz korkmuştuk çünkü Paris patlaması aklımıza gelip duruyordu. Arabamızda Almanya'dan getirdiğimiz içecek(!) maddeleri olduğu için bir yere girip alkollü bir şeyler içmedik. Sadece o caddedeki Starbuck's a girip oturduk. Eğer Amsterdam'da yılbaşı gecesi tuvaletiniz gelirse ücretsiz tuvalet bulma konusunda büyük sıkıntı yaşayabilirsiniz. Bizim gibi. Bu durumda yapmanız gereken merkezdeyseniz şu dönerciye gidip sorgusuz sualsiz tuvalete dalmak.

Arabaya dönüyoruz.

Arabaya döndük. Artık bir şeyler yeme ve içme zamanı. Yılbaşı geldi çattı. Çıkardık içeceklerimizi. Başladık nehir kenarında havai fişekler eşliğinde içmeye. Kafamız ve keyfimiz daha da güzel olunca başladık içkiler eşliğinde yürüyerek şarkılar söylemeye... En son hızımızı alamayıp çıktık bir elektrik trafosuna, orada akan kalabalığa karşı şarkı söyledik. Geçen yüzlerce insandan bazıları da bize katılıp  şarkı söylüyorlar ve Merry Christmas diye bağırıyorlardı. Çok güzeldi. Gece yarısına kadar böyle devam ettik. Sonra yılbaşı havai fişek gösterisini izleyebileceğimiz güzel bir yer olan nehir kıyısının şu bölümüne geçip beklemeye başladık.

Gösteri geldiğimize ve beklediğimize değdi. Tam bir görsel şölendi.

Gece gelip alkolün de etkisiyle dalmışız uykuya. Gülis'le Oğuz arkada, biz önde yatıyoruz. Sabaha karşı Beril'in beni dürtmesiyle uyanmışım ama nasıl titriyorum. Alkolün verdiği ısıyla yatarken pek etkilenmemiştim ama gece gerçekten çok soğuk olmuştu. Sonuç olarak kışın ortası 31 aralık gecesiydi. Arabayı çalıştırıp fanları yakınca istediğimiz sıcaklığı bulduk ve tekrar uykuya daldık.

Ertesi gün uyandığımızda saat 12'ye geliyordu. Artık gezimiz bitmiş, yorucu bir beş günün ardından Amsterdam'a bir gün tekrar geleceğimizi bilerek dönüşe geçmiştik.

Amsterdam
Beni çok şaşırtan şeylerden bir tanesi de dönüş yolundaki otobandı. Tamı tamına 6 gidiş 6 gelişti. Yolda saat 22:00 - 6:00 arası sınırsız hız yapılabiliyor. Diğer saatlerde arabanın çıkabileceği maksimum hız 130km/sa.

Dönerken Utrecth diye bir şehre de saptık ama 1 ocak olduğu için her yer kapalı idi. Yanımızda getirdiğimiz son nevaleyi de yiyip tamamen dönüşe geçtik ve 3 saatlik yolumuz kaldı. Bonn'a girdiğimizde saat 7'ye geliyordu. Arabamızı bırakıp yurtlara dağıldık.


Bir sonraki gezimizde görüşmek üzere.


18 Ocak 2017 Çarşamba

DÜSSELDORF





Bonn'dan trenle Düsseldorf'a gittik. Beril'in Kuzey Ren Bölgesi'nde geçerli olan biletinden yararlanıp trene herhangi bir ücret ödemedik. Düsseldorf, Köln ve Bonn gibi bir Ren(Rhein) Nehri şehri. 

Bahnhof'tan çıkarak sokaklara daldık. Burası Köln'e benziyor. Evlerin tarzı dizaynı hemen hemen aynı. Ren Nehri kenarına çıktık. Bizi çok güzel bir güneş ve Ren Nehri manzarası bekliyordu. Nehir kenarını biraz yürüdükten sonra fark ettik ki marketler kuruluyormuş. Sanırım sebebi günlerden pazar olmasıydı. Bu marketlerde çok çeşit yiyecek maddesi vardı. Biralar, şekerlemeler, şarküteri bölümü vb. Bunların arasından burnumuza gelen güzel kokular eşliğinde yürüdük. Artık gün bitimine doğru acıkmıştık ve yanımızda getirdiğimiz sandviçleri yemenin tam zamanıydı. Yanı başımızda bir tane biracı duruyordu, onun yerli birasından aldık birer bardak. Yemeğimizi bitirince, ünlü barlar sokağından trenin yolunu tuttuk. 


Almanya'da şöyle bir sistem var. Eğer evinizde kullanmadığınız bir eşya varsa bunu, (her mahallenin farklı zamanlarda oluyor) zamanı gelince kapınızın önüne koyuyorsunuz. İhtiyaç sahibi gelip alıyor. Biz de böyle bir durumla karşılaştık ve Beril'e çamaşır teli aldık. Çamaşır teli elimizde tuttuk yurdun yolunu... 

16 Ocak 2017 Pazartesi

Würzburg



Ailem ,15 gün Köln'de kalmanın ardından 15 ekimde otobüsle Würzburg'a gelmişti. Orada da Homeexchange programından bir ev ayarlamıştık. Ekimin sonuna kadar, yani 2 hafta da burada kalacaklardı. Evin sahipleri de aynı zaman diliminde bizim Fethiye'deki evimizde kalıyorlardı.Onlar da küçük bebekleri olan üç kişilik çok tatlı genç bir aileydi. Bianca, Stefan ve bebekleri Jacob...
Bu yeni ev tabii ki Köln'deki büyük tarihi evden sonra bana ve aileme oldukça küçük gelmişti. Bir adet yatak odası ve salonu vardı. Mutfağı ve banyosu da büyük sayılmazdı. Şehrin biraz dışında yer alıyordu ve merkeze otobüsle gitmek gerekiyordu. Ama etrafı oldukça sessiz ve doğal bir ortamdı ve bize hitap etmişti.
Ben de, ailem Köln'den Würzburg'a gittiği sabah tüm eşyalarımı alıp Bonn'daki yurduma taşınmıştım. Würzburg'a gidişime biraz da ailemin orada bir evde kalıyor olması vesile oldu.Bunu değerlendirmek, bir yer daha fazla görmüş olmak istedim. Ben de onlar gittikten birkaç gün sonra Köln'den otobüsle(Meinfernbus) Würzburg'a gittim. Würzburg Frankfurt'a oldukça yakın küçük bir şehir. Almanya'nın Bavyera eyaletinin kuzeyinde bulunan bu şehir , aynı zamanda bazı ilklerin yaşandığı bir şehir olma özelliğine sahip. Almanya'da ilk demiryolu 1854 yılında Würzburg-Schweinfurt şehirleri arasında inşa edilmiştir. Bununla birlikte Almanya'ya giderseniz sık sık karşınıza çıkacak olan hızlı tren hattı (ICE) 1991 yılında Würzburg-Hannover arasında hizmete girmiştir. Ve bir diğer değişik bilgi ise 1895 yılında Wilhelm Conrad Röntgen tarafından X-ışını elektromanyetik dalgaları(Röntgen ışınları)Würzburg'da keşfedilmiştir.
Bu şehirde gezilecek tarihi ve turistik yerlerin yanında benim yapmanızı tavsiye edebileceğim en önemli şey, Rezidans Würzburg'u ziyaret etmeniz.Würzburg, şehre girdiğiniz anda dikkatinizi fazlasıyla çekecek kadar çok şarap bağlarıyla dolu. Ve bu şehirde şarapçılık oldukça ileri durumda. Eğer yolunuz Rezidans Würzburg'a düşerse, dünyaca ünlü, yapının bodrum katında bulunan mum ışığıyla aydınlatılmış, labirent gibi ,oldukça büyük ve etkileyici şarap mahzenlerini mutlaka gezin. Burayı gezebilmek için önceden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor ve gezinin içeriğine ,denediğiniz şarap sayısına göre tur fiyatı 8-32 Euro arasında değişiyor. Eğer şarap sevdalısıysanız en kapsamlı tura katılın derim. Çünkü buradaki atmosfer ve şarapları her yerde bulmak zor. Aynı zamanda şarap satışı da yapılıyor. Deneyip beğendiğiniz şarapları kendinize veya hediye olarak alabilirsiniz.
Bunun yanında, şehirden geçen Main Nehri üzerinde yer alan oldukça romatik bir havası olan, Alte Mainbrücke'te (Tarihi Main Köprüsü) bulunan restaurant-pub tarzı mekanlarda şarap içerek güzel vakit geçirebilirsiniz.
Şehirde cumartesi-pazar günleri kurulan yerel pazarı gezmek de oldukça keyifli.
Ben burada 3 gece kaldım ve günlerimden birini ailemle Heidelberg'e giderek değerlendirdim. Konum olarak Heidelberg'e gitmek oldukça kolaydı ,ilerleyen yazılarımda bu güzel şehre de değineceğim...
Ve artık Bonn'a dönme vakti gelmişti. Babam grip olduğu için annemle otobüsün kalktığı yere gelmiştik ve annem beni uğurlamıştı. Artık bizim için uzun bir ayrılığın zamanı gelmişti. Onlar yaklaşık bir hafta sonra Türkiye'ye döneceklerdi. Ben de bir yıllık serüvenime doğru yola çıkmıştım... Hüzünlü fakat benim adıma hüzne kapılamayacak kadar keyifli bir başlangıç zamanıydı...